Tokyo Film Festivali’nde “Gündüz Apollon Gece Athena” ile En İyi Film Ödülü’nü kazandınız. Öncelikle neler hissediyorsunuz?
Hâlâ biraz şaşkınım ve çok heyecanlıyım. Festivale davet edilmiş olmak, filmimizin oradaki gösterimleri hepsi çok çok iyi geçmişti. Nasıl bir çalışma sonucu ve zorluklarla bu filmin yapıldığını da biliyor oluyorsunuz fakat yine de bu haber bir anda büyük bir sürpriz oluyor. Beraber yarıştığımız farklı ülkelerden bir sürü iyi film vardı ve festival genel olarak bu sene çok iyi bir seçkideydi. Tüm bunların içinde yaptıklarınızın görünür kılınması harika. Onca çaba ve emekle kendi duygularınızı anlatmaya çalışıyorsunuz ve dünyanın farklı yerlerinden birtakım insanlarda bu duyguların aynı şekilde bir karşılığı oluyor. Bu beni inanılmaz etkileyen bir durum ve bu bir kadın filmi. Her katmanıyla kadına odaklanan bir ekip ve bir hikâye. Bunun, Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak benim için anlamı daha büyük.
“Gündüz Apollon Gece Athena”, fantastik unsurlarla örülü bir film. Konusunu ve karakterinizi biraz anlatabilir misiniz? Emine Yıldırım ile çalışmak nasıldı?
Evet, en yakın arkadaşlarım hayalet. Kaç filmde denk gelirsiniz ki! Gündüz Apollon Gece Athena, yetimhanede büyüyen Defne’nin, annesinin hayaletini arama yolculuğu ile başlıyor. Film bir anne-kız hesaplaşması üzerinden fantastik hayalet dostlarımla bir dayanışma hikâyesine dönüşüyor. Defne, kırılganlığını örtmek için çok kabuklu, sert, köşeli bir kadına
dönüşmüş. Anne-kız hikâyesi de oldukça ağır ve duygusal fakat buna rağmen film çok umutlu ve ferah aynı zamanda. Bu bence en etkileyici kısmı filmimizin. Umut var, dayanışma var, dostluk hâlâ var diyor ve o kaskatı Defne’yi değiştiriyor. Görülmesi gereken kısımlarından biri de bu. Biz Emine ile çok uzun yıllardır tanışıyoruz. Bir uzun, iki de kısa film yaptık öncesinde beraber. Bana bu hikâyeyi beş sene önce yolladı ilk defa. Okuduğumda Defne’den o kadar etkilenmiştim ki! Kadınların çok cesur yazıldığı bir senaryo bu. Alışkın olduğumuzun çok dışında. Beş sene boyunca da çalışmalara devam ettik aslında. Sete çıktığımızda, Emine ile bir bakışla anlaşabilecek duruma gelmiştik. Bir de Emine inanılmaz naif bir insan. Defne’yi oynarken öyle bir yönetmenle çalışmak çok iyi geldi. Bir işi gerçek anlamıyla beraber üretmek, ortaya çıkarmak akıl almaz zevkli. Çok mutluyum.
Shakespeare’in ünlü eseri Macbeth ile yeni sezonda izleyicilerle buluşuyorsunuz. Oyuna henüz gitmeyenler için, onları nelerin beklediğini söyleyebilirsiniz? Oyun hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Kemal Aydoğan rejisi ile Moda Sahnesi’nde Macbeth oynuyoruz. Oyuna henüz gelmeyenler için söyleyebileceğim en çekici şey, 2024 yılında Macbeth izlemeye geldiklerinde gerçekten farklı bir yorum ve reji ile karşılaşacakları. Macbeth, Lady ve beş cadı var sadece oyunda. Beş kadının gözünden bize anlatılıyor. Her izleyicinin çıkışta fikirleri farklı olabilir ama bu reji yaklaşımıyla sahnede olmak benim için çok kıymetli. Lady Macbeth’e yaklaşımımız da öyle. Yaşayan, kalbi atan, duyguları olan bir insan Lady bu oyunda. Macbeth de aynı şekilde. Bir de kimsenin gözü korkmasın Shakespeare izleyeceğim eyvah diye, Emine Ayhan çevirisi yılların korkusunu yenmek için birebir.
Gelecek dönem proje ve planlarınızda neler yer alıyor?
Filmin festival süreci devam edecek. Merakla bekliyorum. Ulusal kanalda uzun zamandır beklediğim bir işin içinde olacağım. Hâlâ burada ismini veremiyorum ama çok mutluyum. Ocak gibi ekranda olacağız diye tahmin ediyorum. Oyunumuz zaten devam edecek sezon boyunca.
Son olarak; yılbaşını nasıl geçirmeyi planlıyorsunuz? Yeni yıla dair dileklerinizi öğrenebilir miyiz?
Bir evin içinde olacağım kesin ama hangi ev, kendi evim mi, arkadaşlarımla mı, ailemle mi o kısmını bilemiyorum daha; ama her sene net bir kuralım var, o da sokakta olmamak. Onun dışında her türlü plana uyarım. Tam yılbaşı gününü değil de, o güne kadarki, tüm ay boyunca olan kısmı ben daha çok seviyorum. O “Tam on iki oldu, aman da yıl devrildi” kısmı bana biraz fazla stresli geliyor ama süs püs hediye heyecanı çok güzel.