İnsan yaşamaya programlı bir canlı. Bilinçli ya da bilinçsizce yaptığımız hemen hemen her hareket buna uygun. Rahatımız ve keyfimiz yerindeyken de zor ve tehlikeli anlarda da bedenimizi hasarsız şekilde bir sonraki dakikaya ulaştırmak için mücadele ediyoruz. Biz ve bize benzer topraklardaysa kadınlar için bundan daha fazlası var: Toplumsal ve kişisel şiddetten uzak kalmayı başarmak, başarabilmek.
Uzun süredir paylaşılan kadına şiddet haberleri sosyal medya dışında dikkate değer bir tepkiyle karşılaşmıyor. Devamlı olarak aynı haberleri duymak insanda bıkkınlık yaratır elbet. Lakin toplumumuzda durum biraz daha farklı. En azından benim gözlemleyebildiğim kadarıyla gerekçesi devamlı duymaktan daha fazlası. Burası riyakârane tavırlar sergileyen insanların bulunduğu topraklar. Birçok insanın söyledikleriyle yaptıkları, göründükleriyle oldukları arasında büyük farklılıklar var. Toplum içinden dışlanma korkusuyla içindekileri dile getiremese, hatta farklı söylemlerle bunu göstermemeye çalışsa da çok sayıda insanımızın içi öfke ve şiddet potansiyeliyle dolu.
Buraya kadar olan durumda bir gariplik yok. Her insanda bu potansiyel var elbet. Çoğu zaman kimsenin olmadığı kişisel alanlarda, zaman zaman da gözü hiç kimseyi göremez hale gelip topluma açık alanlarda bu öfke ve şiddet potansiyeli açığa çıkıyor. İyi eğitilememiş, inanç ve yaşamsal değerlerinin temeline ahlakı yerleştirmemiş insanlarda bu durumun ortaya çıkmasından başka ne beklenebilir ki.
Kendisini kandıran ve aldatan, bazı zamanlarda da kendisinde bulunanın farkında bile olmayan, varlığından, duygu durumundan başka hiçbir canlıya ve durumlarına önem vermeyen (eş, çocuk, hayvan, doğa) insanlardan gelecek tek şey şiddet olacaktır.
Böylesine sorun dolu insanlarla aynı ortamda bulunmayı kimse istemez. Oysa çevremiz bu yapıda insanlarla dolu. Özellikle hayat şartlarının ağırlaşması insanlar üzerinde farklı bir baskı da oluşturdu. Her alanda sıkışan, yaşam döngüsünü sağlamak için susmak ve katlanmak zorunda kalan insanlarımızdan bazıları içlerinde gizlenen öfkeyi ve şiddeti, gücünün yettiği her canlının üzerinde gösteriyor. Ezilmişliğini, başkalarına karşı göstermeyi başaramadığı isyanını özellikle kadın, çocuk ve hayvanlara karşı kullanıyor. Karşılığında yaptırımlar ancak ve ancak tepkiler geldiğinde uygulanmak durumunda kalınıp, diğer zamanlarda cezasızlıkla görmezden gelinince şiddet sarmalı büyüdükçe büyüyor.
Kadın olarak ne hissediyoruz. Hissetmekten çok ne duyuyoruz. Her nerede olursak olalım, sadece kadınların duydukları bize yönelik bir ses var. Şöyle diyor: “Aman dikkat et. Her an her yerden bir şiddetle karşılaşabilirsin. Buna en yakınların dahil.”
Bu tedirginliğin bilinçaltında nasıl işlediğini ne yazık ki kadınlardan başka anlayan yok. İşin üzücü yanı bazı kadınların da bunu anlamıyor oluşu.
Rutinleştirilen ve yıllardır gittikçe artmasına rağmen hiçbir çözüm üretilmeyen bu konuda kadınların eylemsizliği de şaşırtıcı. Toplum olarak bu durumu sürdürmeye devam edersek çığırından çıkmış bir şiddet sarmalıyla iç içe kalacağız, hatta kaldık. Kadınların (çocuk ve hayvanların da) böyle yaşama devam etmesini kimse bekleyemez. Erkek egemen söylem ve uygulamalar ivedilikle son bulmalı. Bu toplumun bir parçasıyız ve şiddet sarmalında öldürülüyoruz. Sanki her şey çok doğalmış, hiçbir şey olmamış gibi yaşam devam ediyor ve sosyal medyada şu çığlıklardan başka bir şey duymuyoruz: “Gülistan Doku nerede, …. tutuklansın”
Böyle bir ortamda yaşayanlara toplum diyebilir miyiz? Birbirine karşı öfke dolu, gücünün yettiğine şiddet uygulayan ve ceza görmeden serbestçe gezebilen inanların olduğu yerde, huzur, paylaşım olur mu, olabilir mi?
Kadınlar görünmez bir baskı altında. Kadınlar tedirgin. Her geçen gün kadına şiddet haberleriyle büyüyen yeni nesil var. Evlerinde gözlemledikleri yetemezmiş gibi, bir de her gün her yandan gelen haberleri duyan ve yaptırım olmadan hayata devam edildiğini gören bu nesillerden sevgi göstermelerini beklemek hayalcilik olmaz mı. İçinden çıkamayacağımız bir uçuruma sürükleniyoruz.
Bu şiddetin sona ermesi için gerekli ve etkin hiçbir tedbir alınmazken, yakında Agustine Bazterrica’nın “Leziz Kadavralar” kitabındaki* gibi kesimhaneye gönderilen kadınlar olmadığı için şükreder halde mi olacağız.
Toplumun her kesimine soralım:
Bu durumun değişmesi için ne bekliyorsunuz…?
* Kitap, değişen dünyada bir salgın nedeniyle etleri için kesime gönderilen özel şekilde yetiştirilmiş insanları anlatır.