Wladimir Bartol’un “Fedailerin Kalesi Alamut” adlı romanına göre; dilekçe vermek bahanesiyle ve kendisini el-Gazali’nin öğrencisi olarak tanıtarak yanına çıkan, adı İbn-i Tahir olan Alamut fedaisi bir Haşhaşi tarafından ucunda zehir olan bir hançerle 1092 yılında hançerlenerek öldürüldü, İsfahan’daki türbesine gömüldü.
Veziri öldüren Hasan Sabbah’ın daisi bir Bâtınî iken, onu kimin azmettirdiği kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu devleti içerisinde oluşan güç unsurları içerisinde vezirin ölümünü en çok isteyen Hasan Sabbah ve Terken Hatun ile Tacü’l-Mülk ikilisidir. Nitekim vezirin yakınları ve adamları vezirin ölümünden Tacü’l-Mülk’ü sorumlu tutarak parçalamışlardır. Nizâmü’l-Mülk, Hasan Sabbah için siyasi ve dini hedeflerine ulaşmada yok edilmesi gereken en büyük tehdit iken, Terken Hatun ve Tacü’l-Mülk’ün hedef ve hayalleri önündeki en önemli engeldir. Bu açıdan Vezirin ölümüyle en büyük kazancı sağlayan Hasan Sabbah’ın suikast emrini verdiği; birçok kaynakta zikredildiği gibi Tacü’l-Mülk’ün de azmettirici olarak Nizâmü’l-Mülk’ün ölümünden sorumlu olarak görüldüğü en kuvvetli ihtimaldir.
Alparslan’a (1063-1072) 9 yıl, oğlu Melikşah’a (1072-1092) ise 21 yıl toplamda 30 yıl geniş yetkili, hatta tam yetkili vezirlik yapmış ve 74 yıllık dünya hayatına büyük başarılar sığdırmış, siyaseti hem bilim hem de sanat olarak icra etmeyi başarmış eşine az rastlanır bir devlet adamıdır. Diplomasinin gerektirdiği nezaket kurallarından haberdar, yetkin bir iradeye, firasete, iktidara, ufka ve becerikliliğe sahip bir idrak-i maâlidir. Âlimlere, şairlere, ediplere ve sanatkârlara ikram, ihsan ve iltifat etme şuuruna sahip müstesna bir figürdür. Devlet teşkilatında idari, adli, mali, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda aldığı tedbirler ve düzenlemeler sayesinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu dönemin en sağlam teşkilatlı devleti hâline getirmiş kudretli bir yöneticidir.
Devlet idaresini “ahlâk” ve “adalet” temelleri üzerine bina etmeyi başarmış, bu iki kıymeti hem sultanın vasfı ve gücü hem de ordu ve reayanın selameti hatta dünyanın izzeti için düstur edinmiş mümtaz bir şahsiyettir.
Onun Siyeru’l-Mülûk’ü devlet başkanlarına ve yöneticilere sadece normatif fikirleri veren, onlara ne yapmaları gerektiğini gösteren ve olması gerekeni işaret eden çok kıymetli bir eserdir. Salt bir siyasi hatırat, nasihat ve hikmet kitabı değil, aynı zamanda içtimai ve iktisadi hayat için bir teori kitabıdır da...
Siyasetnameler, Batı dünyasında yaygın değildir. Siyasetname, Türk’e has bir formdur. Çünkü Türk için devlet, bir nimettir ve devletin bekası egemenliğin en hassas çizgisidir. Bu nedenle devlet aklının nasıl kazandırılacağını ve devlet aygıtının nasıl daha etkili kullanılacağını aktaran bu betimleyici metinler, geçmişin tecrübesi ışığında devlet yöneticilerine etkin bir yönetim için gerekli olan taktik ve stratejileri öneren bu nasihat vesikaları, didaktik yönü ağır basan bu ahlâk kitapları bir Türk geleneğidir...
Yaşatmak dileğiyle...