Deprem, özellikle zamanı ve şiddeti yakın olarak dahi öngörülemeyen bir tabiat olayıdır. Bununla birlikte, depremin öngörülememesi ile depremin yaratacağı sonuçlara yönelik gerekli tedbirlerin önceden alınması birbirinden farklı şeylerdir. Ülkemizdeki problem de zaten bu noktada kendini göstermektedir. Gerçekten de, depremin olması her ne kadar önlenemez ise de, deprem gerçekleştikten sonra ortaya çıkacak zararın en aza indirilmesi her zaman mümkündür.
1 -) Bu sebeple tabiat olayının afete dönüşmemesi için bu konuda gerekli önlemler felaketten önce alınmalıdır. Gerçekten de mimarinin, mühendisliğin, inşaatın ve denetimin kötü olması, meydana gelen bir deprem sonucunda hem maddî hem de manevî olarak birçok zarara sebep olmaktadır. Bunun için idarenin kusurlu davranışlardan doğan sorumluluğu yanında müteahhitlerin de yeterli denetim olmaksızın meydana gelen zarardan sorumlu tutulmaları gerekmektedir. Depremin ortaya çıkardığı zararlardan dolayı birinci dereceden sorumluluk idareye aittir. Deprem sebebiyle idareye karşı açılacak davalar 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince tam yargı davalarıdır. Buna göre, “ İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir”. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kararına göre, zarar görenin idareye başvurup “ön karar” almalıdır. Aksine davranış, yani davacının idareye başvurmadan doğrudan dava açması “idarî merci tecavüzü” sayılmalı, davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili mercieye tevdiine karar verilmelidir.
2 -) Yapı hasarından kaynaklanan sorumluluk 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanunda düzenlenmiştir. Burada sadece yapımla görevli olanların yapı hasarından kaynaklanan sorumlulukları yer almaktadır. Gerçekten de, söz konusu Kanun’un 3. maddesine göre, “Bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenir. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise, iki yıldır”. Hükmü düzenlenmiştir.
3-) Yapı hasarı, yapımı gerçekleştirecek olan görevlilerin kusuru sonucu değer kaybetmesinden doğan zararla ilgilidir. Görevlilerin kusuru sonucu ortaya çıkan yapı sahibinin ve üçüncü kişilerin can ve mal zararlarından doğan sorumlulukları ise haksız fiil ve sözleşmeden kaynaklanan sorumluluğa dayanır.
4 -) Özel hukuk açısından sorumluluğa uygulanacak müessese bakımından bir problem bulunmamaktadır. Bununla birlikte, BK. m. 60/I’de yer alan zamanaşımı sürelerinin başlangıç zamanı ile ilgili olarak, özellikle 1999 depreminden sonra açılan davalarda, gizli ayıplarda on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç zamanı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, “Deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine ilişkin davalarda, deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerektiği”ne karar verdi. Örneğin ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2003/4-603 Esas Numarası, 2003/594 Karar Numarası, 22.10.2003 Karar Tarihli ilam ;
‘’ Davacıya Ait Meskenin Yapı Kullanma İzin Kağıdına Göre 06.11.1975 Tarihinde Tamamlanıp Teslim Edildiği O Tarih İtibariyle Hukuken Binanın Davalılar İle İlişkisi Kesildiği - Haksız Fiilin Onun Sonucunda Oluştuğu İleri Sürülen Zararın Meydana Geldiği 17.8.1999 Tarihinde Gerçekleşmiş Sayılacağı - Bir ve 10 Yıllık Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcına Bu Tarihin Esas Alınması Gerektiği - Davanın, Zararın Varlığının ve Zarar Verenin Kim Olduğunun Davacı Tarafından Öğrenildiği Deprem Tarihinin Üzerinden Bir Yıllık Süre Geçmeden Açıldığı - Zamanaşımının Gerçekleşmediği ‘’ denilmiştir.
II. Depremden Doğan Zararlardan Doğan Sorumluluk
A-) Haksız Fiil Sorumluluğu
BK. m. 41/I’e göre, “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer bir kimseye zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur”. Böylelikle haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal veya şahıs varlığına zarar vermektir. Bu anlamda haksız fiilin mevcut olabilmesi için bütün unsurlarının bir arada bulunması gerekir. Bunlar; fiil, zarar, kusur, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağıdır. Unsurlardan birinin eksik olması haksız fiilin oluşmasını engeller. Ancak kusur unsuru eksik olduğu zaman yine sorumluluğu tespit etmek mümkündür. Böyle bir sorumluluk, doktrinde sebep sorumluluğu olarak adlandırılmaktadır
Deprem zararlarında da zarar veren kişinin hukuka aykırı davranışı kusuru ile meydana gelmiş ise haksız fiil sorumluluğundan söz edilir. Depremden doğan zararlarda haksız fiil daha çok, yapım hataları taşıyan bir bina inşa etmek ve deprem bölgesinde yapılacak yapılara ilişkin proje uygulama kurallarına uymamak şeklinde gerçekleşebilir
B-) Sebep Sorumluluğu
Bir kimse başkalarına verdiği zararlardan dolayı kusurlu değilse, kural olarak sorumlu tutulamaz. Ancak gerek Medenî Kanunda ve gerekse Borçlar Kanununda istisnai olarak bazı hâllerde kusursuz sorumluluk hâllerine yer verilmiştir. Burada her ne kadar kişi zararın ortaya çıkmasında kusurlu olmasa da zarara sebep olmuştur. Başka bir deyişle, sebep sorumluluğunda kusur , kurucu unsur olmaktan çıkarılmıştır. Zarara sebep olma düşüncesi sebep sorumluluğunu ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple bahsedilen türden sorumluluğun gerçekleşmesi için, zarar verici fiil ile zarar arasında illiyet bağının, yani sebep-sonuç ilişkisinin bulunması yeterlidir. Burada sorumluluk, kanunun öngördüğü belirli bir olguya bağlanmıştır. Sebep sorumluluğu, kendi içerisinde olağan sebep sorumluluğu ve tehlike sorumluluğu olmak üzere ikiye ayrılır. Kanunun bazı kişilere yüklediği objektif özen ve gözetim ödevini ihlâl olgusuna dayanan sorumluluk, olağan sebep sorumluluğudur. Sebep sorumluluğunun en hafif şeklini olağan sebep sorumluluğu teşkil eder. Buna karşılık, tehlikeli bir işletmeye sahip olan veya tehlikeli bir faaliyeti yürüten kişilerin ortaya çıkan zararlardan sorumlu olması ise tehlike sorumluluğu olarak adlandırılır. Türk hukukunda tehlike sorumluluğu hâlleri olarak 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda (m. 85) düzenlenen “araç işletenin sorumluluğu”, 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu’na göre (m. 134) “sivil hava aracı işletenin sorumluluğu” 13 ve nihayet 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyetleri Kanunu’na (m. 62) göre “Devletin askerî manevra ve atışlardan doğan sorumluluğu”dur. Türk hukukunda olağan sebep sorumluluğu hâllerinden bazıları ise, adam çalıştıranın sorumluluğu, (BK. m. 55), hayvan tutucusunun sorumluluğu (BK. m. 56), yapı eseri malikinin sorumluluğu (BK. m. 58), taşınmaz malikinin sorumluluğu (TMK. m. 730)15 ve aile başkanının sorumluluğudur (TMK. m. 369) Yukarıda olağan sebep sorumluluğu hâllerinden deprem zararları ile ilgili olan en önemli olağan sebep sorumluluğu hâli, BK. m. 58’de düzenlenen yapı eseri malikinin (bina malikinin) sorumluluğudur. Gerçekten de, yapı eserinin yapımında bozukluk veya bakımında noksanlık varsa, bu bozukluk veya noksanlıklar başkalarının kusurundan kaynaklansa bile, yapı eserinin maliki sorumlu tutulabilir. Bu tür durumlarda müteahhit haksız fiil sorumlusu iken, şayet yapı eseri maliki varsa, o da BK. m. 58’e göre sorumludur. Burada sorumluluğun bağlandığı olgu, yapım bozukluğu ve bakım noksanlığıdır. Bu sebeple yapı maliki, her türlü özeni göstermiş olmasına rağmen yapım bozukluğu ve bakım noksanlığını öğrenememiş olsa dahi yine de sorumlu olur. Başka bir deyişle, burada yapı maliki, gerekli özeni gösterdiğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü BK. m. 58 anlamında yapı eseri malikinin sorumluluğu kurtuluş kanıtı getirilemeyen bir sorumluluktur. Gerçekten de, buradaki sorumluluğun sebebi “bakım eksikliği olduğundan, yapı malikinin ayırt etme gücüne (temyiz kudretine) sahip olup olmaması, yapıdaki bozukluğun veya eksikliğin umulmayan halden ya da üçüncü kişinin davranışından doğması, sorumluluğunu etkilemez. Zarar, müteahhit veya mimarın kusurundan meydana gelmiş olabilir. Böyle bir halde yapı maliki, söz konusu kimseleri seçmede ve gözetimde gerekli özeni göstermiş olsa bile, yine zarardan sorumlu tutulmuştur. Bu açıdan yapı eseri malikinin sorumluluğunu tehlike sorumluluğuna yaklaşan bir sorumluluk olarak kabul etmek de mümkündür.
Yüksek Mahkemelere göre, depremden doğan zararlarda on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı için, “ZARARIN GERÇEKLEŞMESİ- BU ZARARIN TAZMİNAT OLARAK İSTENEBİLİR BİR DURUMA DA GELMESİ ŞARTI” kabûl edilmiştir. Gerçekten de, artık gerek Danıştay’ın ve gerekse Yargıtay'ın bu konudaki uygulaması, deprem sebebiyle meydana gelen zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla, o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç anı olarak alınması gerektiği yönündedir. Buna göre, hukuka aykırı davranışa rağmen, henüz zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Yani zarara yol açabilir hukuka aykırı fiilin işlenmesi ve tazmin sorumlusunun bilinmesi yeterli olmayıp, zararın gerçekleşmesi, istenebilir duruma gelmesi gerekmektedir. Hukuka aykırı fiil ve davranışa rağmen, zararın varlığı dava konusu olabilecek niteliğe gelmemişse, bu zarar çok uzun yıllar sonra gerçekleşmiş olsa dahî, zamanaşımı, zararın gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.