Ajan olarak sorgulanmaları hiç arasız sürüyordu. "Konuş" diyordu, başka bir şey sormuyordu Türk düşmanı, gaddar Bulgar.

Osman mı adın?  Demek sen Şipka da binlerce Bulgar askerini katleden Osman Paşa'ın adını taşıyorsun. Öyle mi?

" Gazi Osman Paşa, Türk'ün gururudur Plevne savaşında," dedi Osman. Rus Çar'ı bile hayran kalmıştır kendisine, kılıcını geri verdi  ve İstanbul'a göndermiştir...  Çok bozuldu bu sözlere Milis:

Alın atın nezarete, aklı başına gelmemiş. Gereken yapılsın, emrini verdi.

Debreşti bir kez daha Türk düşmanlığı yüzünde. Yerinde duramıyor, ileri geri gidip geliyordu sorgulama odasında. Yusuf'u getirdiler elleri kelepçeli vaziyette:        

Sen de mi Türk milliyetçisisin?                                                

" Türk Milleti, dünyanın en şerefli ve adil bir milletidir. Türklüğümle gurur duymaktayım... Balkanlar'da altı yüzyıl herkesin diline ve dinine saygı göstermiştir."

Bu da akıllanmamış , götürün ve daha etkili ders verilsin buna da... 

Sorgulama aylarca devam etti, sonra Belene ölüm adasına nakledildiler. Günlerce süren yolculuk bir cenaze aracı ile yapıldı. El ve kollar tutuklular arasında birbirlerine kelepçelendi. Onlarca tutuklu sıkışıklık ve havaszlıktan can çekişiyorduk. Araç içinde konuşmamaları için ağızlar bağlanmıştı.

Tek kişilik hücrelere tıkıldık. Bu hücrelerde pencere yoktu, tavanda düşük voltajlı bir ampul sürekli yanıyordu. Bu sebepten gece veya gündüz olduğunu anlamak mümkün değildi. Kış şiddetliydi, yerler beton olduğu için ayaklarım donma derecesine gelmişti. Kapı deliğinden zeytin ve teneke peyniri kağıtta sarılı olarak yanında da çeyrek ekmek veriliyordu. Bu kağıtları yakıp bir parça da olsa ısınmaya çalıştım. Türk doğdum, Türk kalmak için ölümü göze almıştım. Ölürsem cenazemi Osman olarak kaldırmalıydı imam. Yusuf ustayla bir daha görüşemedik. Ailem ise benim nerede olduğumu asla bilmiyordu.