Bizim kuşak, Balkan yarımadası ülkelerinde çok sıkıntılı yıllar yaşadı. Sanat okulunda öğrencilik yıllarım 1969 /70 /71 yıllarında Bulgaristan’ın Şumnu ili Preslav (Eski İstanbulluk) ilçesinde geçti . Hem sosyalist sistemin baskısı, hem de Türklüğe yapılan asimile uygulama programları canımıza tak demişti. Bunların dışında ailemin ekonomik sıkıntısı rahat bir nefes almaya imkan vermiyordu. Bu sebeplerden dolayıdır ki, hem okumakta olduğum Yol Kuruculuğu Makine Teknik okulundan mezun olmam zaruretti, hem de Edebiyat tutkunluğum yüzünden bol kitap da okumam lazımdı diye düşünüyordum. Bu sebepten dolayı küçük kasabanın mini kütüphanesi benim en fazla uğradığım bir yerdi. Hatta ilk gitmeye başladığım zamanlar bazı yerli ve yabancı şair-yazarlardan Türkçe kitaplarda vardı. Çok zaman geçmedi Türkçe kitaplar raflardan kaldırıldı Yine de ben bu kütüphaneye gider beğendiğim kitapları alır okurdum. Türklüğüm ağır basardı her zaman, her kitapta bir Türk kokusu arardım. Mesela hiç unutmam Aziz NESİN’in ben ilk kitabını Bulgarca olarak okumuştum. Bir hikaye kitabıydı bu ve bir hikayesinin ismi “Krastavata koza” ydı, yani Türkçesi “Gicikli Keçi”ydi…
Bir gün Kütüphanede kitap seçerken ATATÜRK isimli bir kitapla karşılaştım. Elim ayağım kesildi heyecandan, daha o zamana kadar bu büyük ve eşsiz Kumandan hakkında en ufak bir yazı okumamıştım. Çok kısıtlı olan bilgilerim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğuydu. Kitabı çok fazla karıştırıp okumadan, bir an evvel kütüphaneden ayrılmak istiyordum. Sebebine gelince, sanki birileri bu kitabı elimde görürse alacaklarını zannediyordum. Kütüphaneci orta yaşlarda çok güzel bir hanımdı. Kültürü, kelimeler ağzından bal gibi damla damla düşerken belli oluyordu…
Sanat okulunda, Makine Teknik Resim hocamız Stoyanof bu hanımın yanına sık sık uğrardı ve sohbet ederlerdi. Zannedersem bacısı veya yakın bir akrabasıydı. Beni burada görürdü Hocam ve kütüphane kültürü gereği her halde ki, sessizce kaşla göz arasında bana bir selam ederdi. Zaten onun dersinden de her zaman en yüksek (6) notum olurdu. Benim yayımlanan şiirlerim ve bazı kısa düz haber yazılarım, yarı Bulgarca ve Türkçe basılan İl “ŞUMENSKA ZARE” gazetesinde yayımlandığını hocam bilirdi ve benimle iftihar ettiğini bazı konuşmalarıyla bana hissettirirdi…
Neyse, konumdan uzaklaşmadan esas meseleye döneyim. Atatürk kitabını aldım ve hızlı adımlarla eve döndüm. Kitap hacimliydi ve büyük boydu. Yazarı Paruşkef PARUŞEV idi ve çok az bilgiler sunulmuştu kendisiyle ilgili. Kitabı baştan sona bir solukta o gece okudum, büyük ve Ulu Önderi en ince detayları ile anılarından bir demet sunmuştu Paruşev yazarımız. Gururlandım yerden göklere kadar. Bir de Atatürk’ü anlatan Hıristiyan asıllı bir yazar olunca sevincim bir kat daha artıyordu. Daha fazla Mustafa Kemal’in, Sofya’da Askeri Ateşe görevinde bulunduğu dönem hakkında anılara çok geniş yer verilmişti…
Yıllar sonra, kitabın yazarı Paruşkef PARUŞEV hakkında yeni bilgiler edindim. Ulu önder M.K. Atatürk’e hayran kalan PARUŞEV, bir müddet Bulgaristan İstanbul Konsolos’luğunu yapan Gagavuz asıllı bir şahsiyetmiş. Dobra dobra anlatımı ve hayranlığı ile Atatürk sevdasının Türklüğünden ileri geldiği meydana çıkıverdi. Bu büyük ve eşsiz liderimiz ATATÜRK’Ü, sinsi güçlerin dışında bütün dünya takdir etmektedir. İşte bu sebeplerden dolayı sinsi dış ve iç düşmanlar da getirdiği yenilikleri hazmedemedikleri için, BOP projesi silahları ile bombardıman etmek isterler ama, 29 Ekim ve 10 Kasım 2012 tarihlerinde olumsuz tepki Ankara Anıtkabir’de kendilerine verilmiştir. Türklüğün büyük liderleri ALPARSLAN ve DEDEKORKUT’UN arasına resmedilen ATATÜRK, Ressam Embiya ÇAVUŞ tarafından bilinçli olarak çizilmiştir. Türk Milleti var olduğu müddetçe, ATATÜRK ve sevdası yaşayacaktır…
Esen kalın.