Yıl 1997. Henüz yeni yeni bir şeyleri kavrayabiliyor zihnim. Gün daha yeni ağarmaya başlamıştı ki annem her zamanki gibi elimden tutup beni evimizin 1,5 km ilerisinden geçen dolmuşlara doğru götürmeye başladı.
Geçen ay doktor astım bronşit tanısı koymuştu. O günden beri haftada bir doktora gidiyorduk. Hatırlıyorum dolmuşlara her bindiğimde en az 5-6 kişi sigara içiyor, dumandan neredeyse göz gözü görmüyordu. Tabi o ana kadar böyle bir yasak yoktu. Herkes istediği her yerde istediği gibi içebiliyordu bu mereti. Belki de bu yüzden her hastaneye gidişimde kendimi daha boğuluyor gibi hissetmem.
Babamın biriken borçlarından dolayı herhangi bir sağlık güvencemiz yoktu. Ne yapsak, ne etsek bir türlü olamıyordu da. Sonradan öğrendim, o zamanlar şimdiki gibi borçlarını yapılandırıp birkaç taksitini ödedikten sonra sağlık karneni vermiyordu devlet. İllaki tüm borcu faizleriyle birlikte ödemen gerekiyordu. Haliyle bu da bizim gibi kıt kanaat geçinen aileler için epey zordu. Bununla birlikte karnesiz muayene ücreti ve ilaç parası neredeyse babamın bir ayda ev bütçesi için ayırdığı paranın yarısına denk geliyordu... Hatırlıyorum, bir komşumuz vardı. Devlette işçi olarak çalışıyordu. Birkaç tane de çocuğu vardı. Annem her seferinde rica minnet çocuklardan yaşı bana en yakın olanının sağlık karnesini ister yine hastanede doktorlara dakikalarca dil dökerek ilaçları o karneye yazdırmaya çalışırdı. Böylelikle hem muayene ücretini hem ilaçları çok çok daha ucuza halledebiliyorduk. Başarabildiği günlerde evde neredeyse bir bayram havası olur, benimde içimi tarifsiz bir huzur kaplardı.
Şimdi bakıyorum da Türkiye nereden nereye gelmiş… Binlerce yataklı son teçhizatla donatılmış hastaneler, randevulu muayene sistemleri, havada, karada, denizde gidebilen ambulanslar, donanımlı bilge hekimler. Sanırım bu listeye onlarca madde daha ekleyebilirim. Dünyanın her yerinde olduğu gibi elbette bazen aksaklıklar olacak ama eleştiri yaparken bile adil olmalı o eski günleri unutmamalıyız. Galoşların bile hastane girişinde parayla satıldığı o dönemden 20 senede bu seviyeye erişmek hiç de kolay olmasa gerek.
Her zaman dediğim gibi yapılanı takdir etmeden sadece açıklarını aramanın ne vatana, ne devlete, ne de millete bir faydası vardır.