Her zaman söylerim…
Güç kullanma ve hakaret söyleyecek sözü olmayanların yüküdür.
Hemen her gün kadın cinayetleri izliyoruz.
Maalesef, benzer sosyal vakaları, bir süre sosyal medya veya görsel ve yazılı basında gündemi yaparken bir süre sonra yine unutuyoruz.
Unutmak, zannediyorum millet olarak bizim genetiğimizde var.
Her hadisede benzer davranış modeli sergiliyoruz.
Hunharca katledilen Emine Bulut hadiseside benzer bir şekilde, belki bir müddet sonra unutulacak.
Ta ki benzer yeni bir vaka olana kadar.
O zamanda aynı söyleri söyleyeceğiz, benzer duygular ön plana çıkacak.
Birilerine atacağız suçu…
Belki iktidarı suçlayacağız…
Olmadı ceza muhakemesi kanununu eleştireceğiz…
Daha olmadı yazılı ve görsel medyayı…
Üstelik kendimizi bir tarafa çekerek.
Oysa insan bir şeyi eleştirirkenken önce kendinden başlamalı…
Önce kendini suçlamalı…
Kendinin benzer hadislerede süreci takip etmede, hafızalara kazıyıp sürekli gündemin bir parçası olarak güncellemede nerede konuşlandığını öncelikle bir anlamalı…
Olayın sıcaklığında adını vermeyeceğim bir görsel basında modaretörün konuğu iki hukukçu…
Üstelik biride kadın hakları aktivisti…
Canlı yayın konuğu ise TV söyleşilerinin ünlü bir ceza hukukçusu…
Konuklar özellikle kadın aktivist, olayın suçlusu olarak iktidarıyla, yazılı ve görsel basınıyla önüne kim gelirse veriyor, veriştiriyor.
Olmadı bundan hukukçu gözüyle olaya matuf yasalarla müzahir suç unsurunu tanımlayan canlı yayın konuğuda nasibini alıyor.
Canlı yayın konuğu ceza hukukçusu bu tür olaylarda öncelikle toplumsal bilinci, eğitim ve benzer araçlarla hayatımızın bir parçası yapmanın önemini vurgularken benzer çocuk suçlarınıda içine katarak ‘’ idam cezasına’’ taraf olduğunu söylediğinde ise…
Konuklar, bu tür suçların idam cezası ile önlenemeyeceğini, aslında gerek anayasa gerekse 5237 sayılı TCK.nun bir çok Avrupa ülkesinden daha iyi olduğunun ancak uygulamada sorunlar yaşandığından bahisle iktidarı suçlayarak ciddi bir argüman üretmeden ağızlarında evelemeye gevelemeye çalışıyorlar.
Bu söyleşi platformundan sonra biraz araştırma yaptım. Benzer suçlarla ilgili olarak idam cezası olmadığına göre olabilecek en ağır cezalar hukusal mevzuatımızda mevcut. Mesela,
1982 Anayasasının ‘’ Kanun önünde eşitlik’’ başlıklı 10/2.maddesi;
‘’ (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz’’ , denilerek anayasayla kadın erkek eşitliğini ortaya koyarken kadın yönüyle pozitif ayırımcılığa kapı aralamış ve bunu güvence altına almıştır.
Ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun ‘’ Kasten öldürme’’ başlıklı 81.maddesi; ‘’ Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır’’ derken,
Ayrıca ‘’ Nitelikli hâller’’ başlıklı 82/d.maddesi; Kasten öldürme suçunun; ‘’ Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı’’, işlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır’’, diyerek uygulamayı en ağır ceza ile belirginleştirmiştir.
Uygulamada eksiklikler olabilir, ancak bu tür içeriği boş söylemlerle şov yapmak vahim hadisenin toplumda oluşturduğu travmanın eylem destinasyonunda sulandırma meydana getirebileceği gibi sosyolojik içseleştirmede zaafiyetler yaşanmasına neden olabilir.
Toplum olarak; ‘’ sözde değil, özde karşı koyuş’’ gösterip, ‘’ anne lütfen ölme!..’’ haykırışına karşı, kolektif bilincimizide hep gündemde tutarak, kendi ailemizden , çocuklarımızdan başlayıp toplumun tüm katmanlarında bu tür cani vakalar karşısında durabilmeyi toplumsal hafızamızın bir parçası yapmak asıl meselemiz olmalıdır.