Yürürken Zacharian’ın gözüne yerde duran, üzüm büyüklüğünde ve renginde bir şey çarptı. Durdu… Uzandı, eline alıp incelemeye başladı…
Bu nedir, diye sordu elindekini göstererek?
Yorgan Dede gözlerini hafifçe kısarak Zacharian’ın parmaklarının arasındaki şeye baktı ve gözlüklerini düzeltti.
“O bir ardıç ağacı tohumu” dedi.
Bu kadar irili ufaklı taş toprak arasında gözüme çarptığına göre bir anlamı olmalı. Onu kaldığımız binanın önüne ekmemde bir mahsur var mı? dedi Zacharian…
Benim için hiç mahsuru yok. Ama onu ekersen sadece toprak altındaki hayvancıkları beslemiş olursun. Filizlenmez dedi…
Neden filizlenmesin? Bir tohum değil mi sonuçta?
Doğa sürprizlerle doludur Bay Zacharian… Elinde tuttuğun tohumu bir ardıç kuşu yutup sindirmez ve midesindeki hidroklorik asit sayesinde açılan tohum kabuklarını dışkı olarak atmazsa o tohum filizlenmez. İşte bu yüzden onu bir ağaca çevirmek istiyorsan, bir de ardıç kuşu yakalamalısın dedi tok bir kahkaha atarak…
Orhan Bahtiyar “İdeon-Tanrıların Yolu” kitabında geçen bu satırlarla bize doğanın mucizesini anlatırken “ardıç kuşunun’’ ardıç ağacının var olabilmesinde ki o mucizevi gizemini ortaya koymaya çalışıyor.
Şimdi soru şu: Ardıç denince aklınıza kuş mu geliyor, yoksa ağaç mı?
Aslında ikisinin varlığı birbirine bağlıdır. Yani bir tür mutualist yaşamdır bunların birlikteliği… Biri olmazsa diğeri olmaz. Çünkü ardıç ağacı, ardıç kuşu olmadan çoğalamaz.
Ardıç kuşu da Torosların o sert ve çileli kışında yapraklarının altına sığınacağı, kış boyu tohumlarından besleneceği ardıç ağacına muhtaçtır.
İğne yapraklı ardıç ağaçları bir özelliği de nedense bir türlü boy verip boylanmaz. Bazıları familya genetiğine atar bu kolaylığı… Yüksek yerlerde yetişir. Ancak yüksek yerlerde de olsa etrafını kanatları altına alacak kadar büyüyemez.
Öylede olsa bakmayın onun boyunun küçüklüğüne… Ardıç ağacı biraz bodur olsa da anaçtır. Dökmeyen yaprakları ile kimilerine sığınak, kimilerine karlı kışın çaresizliğinde yığınak olur.
Kimilerine kendini besleyen kozalak kimisine de kendini yeniden var edecek kozalak içinde tohum…
Bana göre aslında ardıç ağacını büyütmeyen onu çevreleyip güneşini esirgeyip gölgeleyen yüksek ladinlerin, devasa taç yapraklı katranların suçudur bu…
Büyüyememesine gelince öteki ağaçların bodurluğundan dolayı sürekli alay konusu olması, ha birde öteki ağaçların kökleriyle çevresindeki bütün toprağı kaplamış olmasındandır.
Yeterli besin alamayan dediğim gibi üstüne üstlük boyunun kısa olmasından dolayı etrafındaki büyük ağaçların güneşten yararlanmasına engel olmasındandır.
Fakat bu bodur boylu ağaca Allah öyle bir özellik vermiş ki onu kendini beğenen o devasa türdeşlerinden üstün kılmış.
Ona kozmetik alanda kullanılması için güzel kokular verirken ilaç yapılması yönüyle dertlere deva kılmış. Yeri gelmiş çocuklarımızın geleceğine kalem olmuş. Yaz kış dökmeyen iğne yaprağıyla tüm kuşların ama en fazla ardıç kuşunun maşuku olmuş…
Çünkü faydalı olan her daim kıymetlidir.
Yani demem o ki marifetlidir ardıç ağacı…
Asıl anlatmak istediğim elbet ardıç ağacı veya ardıç kuşu değil…
Buradan yola çıkarak asıl olan ardıç ağacını hep var edecek ardıç kuşlarını çoğaltmamız, insanlığa tohumlarını saçacak ardıç ağacını var etmemiz gerekiyor.
Buradan şuna gelmek istiyorum.
“Yarını konuşmak’’ çok önemlidir.
Yarını konuşurken yarından da ötesine de bir parantez açıp neler yapılabilirliği artık mutlak suretle konuşmak veya tartışabilmek gerekiyor.
Çocuklarımızı geleceğe hazırlamamız, yarınlara cesarete edecek ardıç kuşları hayal etmemiz gerekiyor.
Çocuklarımızı, toplum olarak hepimizin 21.yüzyılın dayattığı bu rekabette niceliğe dayalı soyutluğu değil, niteliğe dayalı somutluğu çevreleyecek alanlara kodlarken, ülkemizin hatta dünyanın geleceği için yarınlara cüret edecek “ardıç kuşları’’ yetiştirmeli elimizdeki ardıç kuşlarına sahip çıkarak, yalnızlığa terk etmemeli, öldürmemeliyiz.
Örnek mi; mazisi bizde olsa da atisi ABD’de olan Nobel ödüllü Aziz Sancar, Nobeli alabileceğine inandığım Uğur Şahin ve Özlem Türeci hocalarımız…
Zira bu akıl, bu kavrayış, bu potansiyel geleceği tasavvur edebilme kabiliyeti geçmişimize dönüp baktığımızda özünde bizde fazlasıyla mevcut…