Dinsel, simgesel ve demokratik bir anlamı vardır bu eylem pratiğinin…
Silik devlet zihniyetinin, korku ve ürkekliğe dayalı “eski devlet” misyonunun, halkın istemesi halinde rüştünü ispata davet eden bir çağrının adıdır ecdat mirasımız Ayasofya’yı camiye dönüştürme kabiliyeti…
Takıntım, bir kesimin; yüzde 98’i Müslüman olan bu halkın istediği manevi atmosferini besleyecek bir durum ortaya çıktığında feryadı figan ederek ortalığı ayağa kaldırma işgüzarlığı, bir de bu milletin var olan gerçeklerini inkar, tahkir ve tahrik etme gayretkeşliği…
Maalesef her nedense kraldan fazla kralcıların hakim olduğu bu kadim topraklarda kendi dışımızdakilerin zihin kodlarını az çok anlayabiliyoruz. Anlayamadığımız, anlamaya çalıştığımız kendimiz gibi düşündüğümüz içimizdeki dış akıllıların kendi gerçeklerimizi bir türlü anlama veya algılama yetersizliğinin süregelen tezahürü…
Oysa Türkiye’de, bugün dört bir yanda çan sesleri duyulduğu gibi cemaati olan, olmayan kiliselerin bile açık olduğu malum. Bu hiç kimseyi rahatsız etmiyor.
Yok mu sizce burada bir çelişki…?
Ayrıca, Ayasofya’nın ibadethane olarak tarihine baktığımızda 916 yıl boyunca Hıristiyan kültüründe bir “ibadethane” olarak kullanılmış ve İstanbul’un fethinden sonra yaklaşık 500 yıl yine bir “ibadethane/ cami” olarak hizmet vermiş.
Bu kutsal mabet haç ile hilalin, halef ve selefine tanıklık etmiş. Fatih Sultan Mehmet Han, sağlığında kurduğu vakfiyeye “cami olarak kullanılmak” üzere devredilmesini vasiyet ettiği, Türk-İslam coğrafyasında sembolik bir karşılığı olan bir şaheseri tartışıyoruz.
Elbette tartışacağız. Yapılması gerekeni de 2 Temmuz’da ki Danıştay kararından sonra halkın teveccühü ile siyaset kurumu yapacak.
Siyaset; halkın duygu, düşünce ve taleplerinin iktidar erki tarafından icraata yansıtılması gereken bir alanı kapsıyorsa ve siyaset halka rağmen değil halk için yapılıyorsa ve halkta da böyle bir talebin toplumsal karşılığı oluşmuş ve olgunlaşmışsa Ayasofya’yı ibadete açmak için birilerinden izin almaya neden gerek olsun?
Halkın talebine rağmen bunun olamayacağı bana birileri tarafından dayatılıyorsa ben bunu demokratik bir tavır olarak değil egemenlik hakkımın kullanımına saygısızlık, daha öte devletsel bir yetersizlik veya devletin konjektürel çaresizliği olarak algılarım.
Sıyrılalım artık Avrupa veya Batı bize ne der takıntısından…
Bırakalım kendi halkı için demokratik, başka halklar veya inancı paylaşanlar için olabildiğince ırkçı, ikiyüzlü kendi dışındaki toplumları hep hor ve hakir gören batının, bize ne der kaygısını…
Fatih, 10 bin nüfuslu İstanbul’u fethettiğinde Hıristiyan ve tüm farklı inançlara inanç ve ibadet özgürlüğü sağladı, kimsenin inancına ve ibadetine müdahale etmedi. Bizans, Helen kökenli Yunan’lıları hor ve hakir görüp aşağılarken; Fatih, fetihten sonra bu özgürlüğü sadece Yunan ve Rum halkına değil İstanbul’da yaşayan tüm insanlığa; inancıyla, yaşam tarzıyla insanca yaşamanın onurunu bahşetti.
Fatih, İstanbul’u kılıçla fethettiği için o zamanın şer’i hukukuna göre “kılıç hakkı” olarak o beldenin en büyük mabedini camiye çevirme hakkını elde etmiş oldu. Dolayısıyla kılıç hakkı hukuksal bir hak olarak karşımıza çıkıyor. Bunu inkar edersek şer’i hukuk kuralları çerçevesinde elde edilen tüm kazanımları yok saymamız gerekir.
Yunanistan, Avrupa şöyle demiş, böyle demiş… Bırakalım artık bu ikiyüzlü devletlerin feveranlarını…
Bırakalım artık bu ezikliği…
İspanya, bir İslam eseri olan Endülüs Emevi Devleti zamanında yapılan Kurtuba Camisini, Cordoba Katedrali’ne çevirirken gıkı çıkmayanlar, Ayasofya müzeden hem de Fatih’in vasiyeti olarak tekrar Camiye dönüştürmek arzusu gündeme geldiğinde “söyleyene değil, söyletene bak” misali ortalığı ayağa kaldırıyor.
Yunanistan camilerinizin kapısında kilit vurmuş, Avrupa minaresiz camilerde rahatsızlık veriyor diye ezan okunmasına izin vermiyor, sen burada Ayasofya ibadete açılıyor diye hop yatıp, hop kalkıp lakırtı edebiyatı yapıyorsun!
Kimse bunu rovanşist bir tavır olarak görmesin!
Sadece hakkımız olanı inşa ve ifşa etmede belli kesimde hala nedense bir eziklik olduğu gibi birileri adına hala anonsörlük yapmaya çalışan emanet akıllıları görüyoruz.
İçimizdeki kanıksanmış çaresizliğimize, 1853’te Rus Çar’ı Nikola’nın “hasta adam” tanımlamasıyla dayatılan korku ve kaygıya dayalı ezikliğimize bir set çekelim artık...
Birde Fatih Sultan Mehmet Han, yayınlanan vasiyetinde:
“Kim bu Ayasofya’yı camiye çeviren vasiyetimi değiştirir, camilikten çıkarırsa, en büyük haramı işlemiş ve günah kazanmış olur. Bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın laneti üzerine olsun” ifadesinin yer aldığı söylenir.
Sentetik içtenlikten uzak, samimiyetle Fatih Sultan Mehmet Han’ı ecdat olarak içselleştirebilenlerin bu vasiyetin içeriğini bir daha düşünmesi gerekir.
ABD, devlet gücüyle Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederken buna ses çıkartmayanların durumu bugün Ayasofya’nın cami olarak kullanım statüsü değişiyor diye ortalığı ayağa kaldırmaları adil bir yaklaşım olmadığı gibi olsa olsa bu bir kunduzluk refleksi olabilir.
Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “artık bağımsız ve egemen bir devlettir!”
Halkında bu yönde bir karşılık görürse zamanı geldiğinde gerekeni yapar ve kimseden de talimat almaz!