Bazı insanlara şaşıyorum. Fırsat bulup entelektüel bulduğunuz birisi ile ‘’demokratik değerler’’ üzerine biraz söyleşi yaptığınızda kendisini dünyaya indirilmiş demokrasi havarisi sanırsınız.
Çokluktan, çoğulculuktan, haktan hukuktan bahsederler, bir zaman sonra kendileriyle ilgili kendilerinin pozisyonunu ilgilendiren sıkıntıya sokacak aslında demokratik teamüllerle ilgili bir uygulama yaşadıklarında o cana şifa, ruha gıda sözlerin sahibi insanı hiç tanıyamazsınız.
Elinde demokrasi değneği ile demokrasi havarisi gördüğünüz muhteremi, o an elindeki değneği sizi yere indirmek için kullandığını, demokrasi maskesinin düştüğünü görürsünüz.
Bunlar genelde batı değerleri üzerinden yürürler, batıyı öve öve bitiremezler. İki sözcüğünün birinde ABD, Avrupa kavramı vardır ama ideolojileri doğu menşeilidir. Çünkü entelektüel gardırobunu ispat etmek için batı, demokrasi gibi kavramlara çok ihtiyaç duyarlar.
Aslında söylemek istediğim şu: Türkiye’de artık bazı vesayet sistemi kalıntılarının tahakküm düzeninin demokratikleştirilmesi gerekiyor.
Siyasal partiler dahil bir çok meslek örgütlerinin; Alman Sosyolog Robert Michels tarafından ortaya atılan ‘’Oligarşinin Tunç Yasası‘’ na göre bir işleyiş düzeni sergilediğini görüyoruz.
Bu sosyolojik kavram, örgütlü yapılarda yönetimi ele geçiren bir zümrenin zaman içinde döşediği köşe taşlarıyla saltanatını kolay kolay kaybetmediği göstermelik bir demokratik yapıyı tanımlar.
Bu oligarşik düzeni bugün barolarda da geçerliyebiliriz.
Baroların son bir haftadır yürüyüşlerinde attıkları sloganlara bakıyoruz, bilindik klişe kavramlar: ‘’Savunma hakkı engellenemez!’’
27 maddelik bu kanun metnine, bir göz attığınızda ortada savunmayla hakkıyla ilgili bir düzenleme olmadığı gibi avukatların özlük haklarına halel getirecek zorlamaya mahal bir durumun olmadığını görürsünüz.
Kopartılan gürültünün nedeni kısaca elde ettikleri bu ‘’baro saltanatının’’ yeniden sorgulanıyor olmasında geliyor.
Birçok meslek örgütünden özellikle barolardan da doğal olarak demokratik bir tavır beklersiniz. Misal çoğulcu düşünmelerini, çoğulculuğu öncelemelerini çokluğa değer atfetmelerini kısaca bu gibi demokratik değerlerin içini doldurmalarını hukuku savunanlar olarak sahiplenmelerini beklersiniz.
Dedim ya işin aslı, istisnalar dışında hiçbir zaman öyle olmuyor.
Bana göre barolar eğer bir şeyler yapacaksa önce bir meslek örgütü olarak temsil ettikleri avukatların hak ve hukuklarını korumakla ilgili bir tahakküm varsa bunu önceleyip, buna karşı bir tavır geliştirmeleri gerekir. Yoksa samimiyetleri sınamaya tabi olur.
Ayrıca barolar mesleki bir örgütlenme olduğu için siyasetle içli dışlı olamazlar, siyasete müdahale edemezler, siyasetçiye istikamet çizemezler. Sonuçta onlarda bir kamu görevi ifa ettikleri gibi onlarda bir nevi kamu görevlisi pozisyonundalar.
Peki öylemi derseniz, öyle olmadığını görürsünüz. Barolar başta TTB, TMMOB gibi sözde meslek örgütlerinin; sosyo-politik tarihsel sürecine baktığınızda ihtiyaç olduğu zamanlarda demokratik haklar linç edilirken mesela özellikle 28 Şubat sürecinde hukuk fakültesinden atılan başörtülü geleceğin avukat adayları kız çocuklarının, mesleğini icra etmeye çalışan başörtülü avukat hanımların sesli çığlıklarına sessiz kaldıklarını hatırlayın!
Bugün ortalığa çıkıp bağıranların ‘’zihin selefleri’’ o gün ortaya çıkıp bu mağdur insanların haklarını savunsaydı bugün bu protestolar halk nezdinde daha meşru daha makul olarak kabul görürdü.
Ayrıca ülkede 130 bin avukat olduğu düşünüldüğünde meslek mensuplarının ancak yüzde 15-20’sinin oyunu alıp, yüzde 80-85’e hükmetmeyi, tepede paşalar gibi mutlu bir azınlık olarak bütün avukatlar adına ahkâm kesme ayrıcalığını kim elinin tersiyle itmek ister?
Mesele avukat haklarına halel getirici düzenlemeyle ilgili değil; mesele ‘’tamamen politik, tamamen ideolojik!’’
27 maddelik metne şöyle bir göz attım, tamamen baronun iç işleyişi ile ilgili sistemi kendi içinde disipline eden metinlerden oluşuyor. Tekrar söylüyorum ortada savunma hakkı ile ilgili bir düzenleme yok!
Burada kopartılan gürültünün asıl nedeni, “baro üye sayısı 5 binin üzerinde olan illerde 2 bin koşulunu sağlamak şartıyla ikinci bir baro kurulabilme imkanı getirilmesi.’’
Bunu sağlayan iller ise, İstanbul, Ankara ve İzmir… Yani bu üç il, TBB seçimlerinde 78 il’e hükmediyor. Bu düzenlemeyle 5 binin üzerinde üye sayısına sahip bu illere çoklu sistemle temsil hakkı getiriliyor.
Bugün parlamento barolarda azınlığın çoğunluğa tahakkümünü engellemek için bir çaba harcıyor. Köhneleşmiş bir demokratik yapıyı yeniden güncelleyerek demokrasinin önünü açıyor. Tek seslilik yerine barolarda çok sesliliği sağlamaya çalışıyor.
Eskimiş vesayet düzeni bir bir yıkılıyor. Belli zümrelerin yarım asırdır sürdürdüğü tahakküm yeniden sorgulanıyor. Tek bir zihniyetin ete kemiğe büründürdüğü monolitik yapı yeniden aktüel edilmeye çalışılıyor.
Artık eski devlet eski köhnemiş düzen yok. Birileri inkar etse de bu ülke demokratikleşme yolunda çok büyük mesafeler aldı.
Zamanı geldi, geç bile kalındı. Sadece barolar değil, diğer meslek örgütleri de sorgulanmalı...
Artık bu ihtiyaçtan öte birer zorunluluk…