Kısacası buna “geçmişte yaşanmış bir şeyi yeniden yaşama hissiyatı da” diyebiliriz.
Konumuz bu olmasa da bu ülkede yaşananlar bu hissiyatı veriyor bana. Bugün özgürlük adı altında birilerinin özgürlük alanının kısıtlandığı ve bunu zorla baskıyla yaptırılmaya bir rektörü istifa ettirilmeye çalışıldığına şahitlik ediyoruz. Bunun adına ben “liberal despotizm” diyorum.
Yani birilerinin özgürlüğüne karşı kendi özgürlüğünün kendi istek arzu ve talepleri ölçüsünde zorla dayatılmasıdır.
Malum Boğaziçi Üniversitesi Rektör ataması üzerinden bir terör despotizmi hem de liberalizm kılıfı üzerinden dayatılmaya çalışılıyor.
Yüksek lisansını, doktorasını hatta doçentliğini bu üniversiteden almış Prof. Melih Bulu’nun kişilik ve liyakat kalifikasyonunu üzerinden konuşamayanlar AK Parti’den aday adayı oldu klişesi üzerinden bazı terör yandaşları üzerinden üniversiteleri hatta ileride sokakları hareketlendirmek için gün sayıyorlar.
Oysa bu ülkenin insanları yaşayarak kan ve gözyaşları akıtarak tecrübe ettiği dünün yaşattıklarını artık biliyor.
Toplumsal hafızamız bu ülkenin çileli insanları, 12 Eylül öncesinde sağ-sol çatışmasında birbirlerine kırdırılarak 5 bin 600 gencinin nasıl heba edildiğini ardından “bizim çocuklar başardı” mottosunu dilimize hala pelesenk ettiğimiz ABD menşeili 12 Eylül darbesiyle birlikte kiminin birbirine denge olsun diye kimisinin ise yaşı büyültülerek idam sehpasına gönderilen belki bu ülkenin geleceğini şekillendirecek 50 gencinin asılarak yok yere nasıl harcandığını unutmadı, unutamadı...
Bugün bu ülkeye yeni bir kaos yaşatmak isteyenlerin Boğaziçi Üniversitesi olaylarından kaygılıyız diyen o bilindik ağızların hala o eski silik Türkiye rüyasıyla bu ülkeyi yeniden dizayn etme çabasını anlayabilmek, yeni bir kurgu için işbaşında olduklarını öngörebilmek gerekiyor.
PYD/PKK terör örgütünün hemen güneyimizde Kuzey Suriye’deki otonom örgütlenmesinin hamiliğini yapan ABD ve güdümündeki Batı, hiçbir zaman bu ülkenin iyiliğini istedi mi ki bugün istesin?
Bugün içimizde bu zihniyetin kurşun askerliğini yapan, bu olayları sürekli köpürtürken siyasi sıfatlarıyla siyasi gördükleri atamaya gidip siyasal destek sağlayan “selin önünden kütük kapmaya çalışan” öyle bir güruh var ki “emperyalizm güzergahında” hangi kaygan zeminde durduklarını bilmelerine rağmen bu zemini sahiplenme gayretlerini anlayabilmek mümkün görünmüyor.
Belki birilerinin dizayn etme kurgusuyla basit bir öğrenci protestosu gibi başlayıp neredeyse içeriden ve dışarıdan tüm terör gruplarının köpürttüğü, bu ülkenin “gelecekle imtihanını çarmıha gererken” hadisenin gündem olarak sürekli sıcak tutulmaya çalışıldığını gözlemleyebiliyoruz.
Zira amacın dış mesele olarak Türkiye’nin bağımsızlık kararlığını hadım ederken bu ülkenin gelecek istikametinin yön levhalarında oynama yaparak çukura düşmesine zemin hazırlamak, iç meselenin de iktidarı bu gibi yapay sorunlarla uğraştırıp üzüm yemeden öte bağcıyı dövmek olduğu açıkça görünüyor.
Bu olayları “domino etkisiyle” büyütüp olgunlaştırmak isteyenlerin gençleri bu sürece “aksesuar” olarak montajlayıp güdümleyerek bu ülkenin 15 Temmuz’da bütünleşik iç cephesini dağıtmak, gelebilecek toplumsal dalgalanmalarda mukavemetini, direncini çökertmek üstelik bunu tüm yolları deneyerek şekillendirilmeye çalışıldığını anlayabiliyoruz.
Bu öğrenci olaylarının süreci birazcık analiz edildiğinde tüm yasadışı terör örgütlerinin ve destekçilerinin bu iklimi kullanma kılavuzuna dahil ettiklerine şahitlik ediyoruz.
Rektörün ofisinin illegal işgal çabası, sokakları hareketlendirme çabaları hatta daha masume bir kimliği “liseli öğrencileri” bu sürece dahil etme çabaları üzerinden özel bir gayretin kurgulanmaya çalışıldığını görebiliyoruz.
ABD Dış İşleri Bakanlığı sözcüsünün açıklamaları ve içerideki bazı terör guruplarının bu iç işgal çabalarının mütemadiyen bir kaos iklim ve sürecinin devamına yönelik olduğu açıkça görünüyor.
Bu bir “dejavu…”
Toplumsal hafızamıza giden mecrada dünü biliyoruz. Ve b gün bunlar ışığında şunu söyleyebiliriz: “Hala birilerinin ağızlarından salyalar akıyorsa kuduz tehlikesi henüz geçmiş değildir!”