Toplumlar, değerleriyle yükselir; inkarlarıyla çürürler…
Ve tarih aslında bir dikiz aynasıdır. Ati’ye koşarken geleceği ıskalamamak, arada geriye bakıp geleceği iyi okumakla mümkündür. Çünkü geçmiş birikimdir, geçmiş tecrübedir, geçmiş iyi analiz edebilirse bilgedir.
Geçmişi ıskalayan toplumlar gelecekle ilgili tasavvurlarını sağlıklı yapamazlar, büyük millet, güçlü devlet idealinden gittikçe uzaklaşırlar.
Bugün sizlerle Mersin’in tarihsel hafızasının önemli bir kadınını ilk muhtar Halime Akgül’ü konuşmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi Türk kadını seçme ve seçilme hakkını bugün dilimize pelesenk ettiğimiz, bir türlü yere göğe sığdıramadığımız batının birçok ülkesinden önce elde etmiştir.
Türk kadınının gelecekle ilgili hayallerini birçok batı ülkesinden çok önce kodlayan Atatürk, kadınlarımıza 3 Nisan 1930 yılında Belediye Kanununda yapılan bir düzenlemeyle yerel siyasette seçme ve seçilme hakkını vermiştir.
Aradan 3 yıl geçtikten sonra ise 1933 yılında Köy Kanununda yapılan bir değişiklikle kadınlarımız, muhtar ve muhtar heyetlerine seçilme hakkına sahip olmuştur. Ve 1934 yılında Anayasa ve kanun değişikliği ile milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur.
Oysa özellikle ABD, Fransa gibi bugün bize demokrasi merkezleri olarak lanse edilen birçok batı ülkesine bakıldığında kadınlarımıza bunlardan çok daha önce seçme ve seçilme hakkı verildiğini görürsünüz.
Türkiye’de muhtarların seçilme tarihine bakıldığında resmi tarihimizde 1933 yılında yapılan ilk yerel seçimde Gül Esin’in; Aydın’ın, Çine ilçesi, Demirdere köyüne Cumhuriyet tarihinin ilk kadın muhtarı olduğunu okursunuz. Bunu söyleyen tabii ki resmi tarih, reel tarih değil...
Resmi tarih bunu söylese de resmi tarihin kapsayıcılığı o dönemlerde belli kişi veya zümrelerin tercihlerine göre şekillendiği için resmi tarih literatürüne kimin adı yazıldıysa gelecek, tarih sahifelerinde onun ismi ile anılır her zaman… Bir kayıt resmi tarih sahifelerine girdiği zaman, onu değiştirmek veya bunun böyle olmadığını iddia etmek şişeden çıkan cini, şişeye geri sokmak kadar zordur. Dönem tarihini biraz okursanız o dönemlerde resmi tarihi yazanlar dönemin politik elitleri ve devlet üzerinde etkili devletten nemalanan entelektüel burjuvazi kesimiydi.
Türkiye’nin resmi tarihin kendi tozlu raflarına hapsedemediği “Türkiye’nin ilk kadın muhtarı da aslında Halime AKGÜL’dür…” Üstelik Mersin’li ve Çapar köyünden …
Bu demokrasi tarihinin kadın aktörünün hayat hikayesini ve fotoğraflarla desteklenmiş arşiv çalışmalarının orjinalini Ayvagediği Yardımlaşma ve Kültür Derneği(AYDER) ‘de bulabilirsiniz. Nasıl muhtar olmuş derseniz isterseniz buna kısaca değinelim…
Mersin’de bu köyün adını Ayvagediği ile eşleştirmediğiniz sürece birçok kişinin bilmediği kerpiçle sıvanmış taş evleriyle meşhur hayvancılık, büyük oranda çiftçilikle geçinen bölgenin belki de en eski yerleşim yerine sahip olan bu kadim köy, kadim tarihi kadar aynı zamanda kadim bir demokrasi kültürüne de sahiptir.
Birinci dünya savaşı bitmiş, Osmanlı Devleti yenilmiş, dayatılan Sevr antlaşmasıyla birlikte ülke karış karış işgal edilmiştir. Çukurova Bölgesi de Fransız işgaline uğramıştır. 19 Mayıs 1919’da başlayan milli mücadelede Mersin, Kuvayi Milliye örgütlenmesinde de kendini göstermiş, erkeklerden gücü yetenler bu direniş örgütlenmesine katılmıştır.
İşte böyle bir dönemde erkeklerinin bir kısmını 1.Dünya Savaşında cepheye gönderen ardından milli mücadele döneminde Kuvayi Milliye’ye direniş için erkeklerini veren Çapar köyü, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan bir köy konumuna gelmiştir.
Halime Akgül’ün torunu Emine nineyle yaptığımız söyleşide O kocanam dediği Halime Akgül’ün kendine aktardıklarını şöyle anlatır: Dönem seferberlik dönemidir. Savaş bitmiş Çukurova’yı gavurlar işgal etmiştir. Gavurla savaşmak için köye asker toplamaya gelen bir yüzbaşı, köyün değişik yerlerine askerler göndermiş köylünün köy meydanında toplanmasını istemiştir.
Askerler tek tek kapıları çalarak köy ahalisini köy meydanına çağırır. Yaşlı genç kim varsa köy meydanına toplanmaya başlar. Yüzbaşının erkek olanın elinde tahta valiz gelen iki kişi dikkatini çeker. Erkek tıraş olmuş, çulfalıkta dokunmuş beyaz mintanını ve beyaz çizgili kara sekösünü giymiş hararetli hararetli konuşa konuşa geldiklerini görür.
Masada oturup köylünün toplanmalarını bekleyen yüzbaşı yanlarına gelen karı koca oldukları belli bu çiftin hararetli hararetli ne konuştuklarını merak eder ve sorar. Halime bacı bu soruyu şöyle cevaplar: “Bizim ahiretliğe, sakın gavuru bu memleketten sürmeden gelme. Bak seni çimdirdim, tıraş ettim. Giydirdim kuşattım. Kaç yıl sana avratlık yaptım. Eğer gavuru bu memleketten atmadan gelirsen bir daha buralara gelme. Hem hakkımı da helal etmem” dediğini söyler.
Bu cevap karşısında gözleri dolan yüzbaşı yutkunur. Köyde yaşlılar dışında erkek göremeyince o zaman 40 yaşlarında olan bu fedakar, sert mizaçlı, tok sesli ve bir o kadarda heybetli Yörük Türk kadını Halime bacıyı Halime Akgül’ü köyün idaresine muhtar olarak atar ve görev emrini de karargah merkezine döndüğünde gönderir.
Kadına muhtarlık seçilme hakkı 1933 yılında verildiği düşünüldüğünde, 1933 yılında Gül Esin’i ilk muhtar kabul eden resmi tarih, seçilmenin henüz kadına verilmediği 1920 yılında orduda resmi bir sıfatı olan komutan tarafından muhtar olarak atanan Halime Akgül’ü niçin muhtar olarak kayıtlara almamıştır, işte bu manidardır. Seçilme temayülünün henüz kanunlarda karşılık bulmadığı yerde resmi bir yetkili tarafından yapılan görevlendirmenin elbette ki meşru bir karşılığı vardır.
1920-1923 yılları arasında Cumhuriyetin ilanına kadar 3 yıl muhtarlık yapan ve 1950 yılında vefat eden Halime Akgül; resmi kayıtlarda bir karşılık bulmasa da Türkiye’nin gayri resmi hafızasında ilk kadın muhtar olarak her zaman hatırlanacaktır.