Yarınları tartışmak ona dair misyonu hedef tahtasına oturturken, ona dair vizyonu da üretmeyi sağlar.
Gerekli şart, geleceği öngörmek olsa da yeter şart, ona dair gayretleri çoğaltmakla sağlanır.
Geleceği kestirebilmek, yıldızlara bakarak müneccim olmanın kahve falı veya kristal küreye bakmanın ötesinde, yeni metodolojiler geliştirmekle eşdeğerdir.
Buradan şuraya geleceğim. Kanal İstanbul konusunda uzmanlarından başka herkes konuştu veya konuşuyor.
Görüntü tam bir kör döğüşü… Kimin nereye salladığı belli değil…
Olguya iktidar kanadından bakacak olursak detay, kamuoyuna yansıyanlara bakılırsa öncesinde çalışılmış 250 uzmanın görüşleri doğrultusunda Çevre Etki Değerlendirme Raporu hazır hale getirilmiş görünüyor.
Buna karşılık muhalefet kanadının bu projeksiyona tavrı, üzerinde çalışılmamış, tembel bir öğrenci kıvamında, trajikomik oldukça klasik ve bir o kadarda demodelik…
Elbette roman gibi yazımsal türlerde veya resim, heykel gibi sanatsal ürünlerde klasikler iyidir. Ancak iş teknolojide, yüksek katma değerli ürün üretmede, robotik tasarımlardan uzaksan hep mevcutları büyütüp kutsamak, kısaca klasiklerle yetinmeyi amaç edinmişsen bu zihinsel demodelik uluslararası rekabette toplumları ancak modern köle yapar.
Ecdadımız, “Kem alet ile kemalat olmaz!” Yani, ”sıradan alet (akıl) ile mükemmellik yakalanamaz.” demiş.
O zaman geniş bir perspektiften şu soruyu soralım. Geleceği konuşamayan ulusların geleceği olur mu? Cevabı ben vereyim. Elbette olamaz. Gelecek, bir gelecekçilik planlamasıdır.
Kanal İstanbul da bir “fütürizm”, bir gelecekçilik planlamasıdır. İstanbul’un uluslararası marka şehir projeksiyonunu daha da derinleştirecek gelecekçilik anlayışının 21’inci yy.daki iz düşümüdür.
Bunu nereden anlıyoruz. Çok iyi planlanmış kendi enerjisini kendi kendine sağlayan akıllı şehirler konsepti, imarlı alt yapılı sosyal donatı alanlı planlı kentleşme, silüet olarak çevreye uyumlu ve duyarlı mimari oluşumlar, şehir ve ülke ekonomisine katkı sağlayacak rekabet gücü yüksek uluslararası karşılığı olan bir kent olgusu yaratma planlamasında görüyoruz.
Kanal İstanbul ile yaratmaya çalışılan deprem algısı, yapılması halinde oluşabileceği varsayılan susuzluk çığırtkanlığı ise kerameti kendinden menkul tam bir algı mühendisliği.
Bunların hiç birinin olmayacağı duayen Celal Şengör Hoca gibi deprem uzmanları tarafından yalanlanırken “papağan refleksi” ile tekrarlanan kıyamet senaryoları işin “siyasal popilizme” dönük bir algı manüplasyonu olduğunu, dezenformasyon kokan bir bilgi kirliliğini işaret ediyor.
Eee… İçeriden dışarıdan birileri birilerine geleceğin Cumhurbaşkanı adayısın diye kucağında sallarken kulağına kıyamet senaryolarını fısıldarsa, o da günün birinde bu algı formasyonu ile kendini sahnede “dramatik soprano” görür, kıyamet senaryoları modunda kulağa fısıldananları tekrar eder durur.
Bu toplumun artık geleceği ıskalama lüksü yoktur. Ve bana göre geleceği öngörebilmek feraset sahibi olmak kadar aynı zamanda bir sanattır.
Ve geleceği görebilmek ancak yarınları kavrayabilmekle mümkündür. Yarını kavrayamazsan başkalarının yayından savrulan ok misali ancak onların isteyipte savurduğu alana hükmedebilirken ya başkalarının geleceğine protez olur yada onların oyun sahnesinin dekorunu oluşturabilirsin.
Geleceği tahminde en isabetli yöntem; o geleceği inşa etmektir ve bunu yapabildiğiniz sürece gerek tarih sahnesinde gerekse ülkelerin siyasal tarihinde konuşulan ve daima hep hatırlanan başat aktör olursunuz.
Kanal İstanbul’a dönük yarınları konuşurken yarından da ötesine bir parantez açıp neler yapılabilirliğimizi konuşmak hatta büyük planlamaları iktidarıyla muhalefetiyle siyasal popülizmden uzak olarak tartışabilmemiz, büyük devlet büyük millet ideallerimiz için ufuk körlüğümüzü ameliyat masasında bırakmamız gerekiyor.