Siz hatırlıyor musunuz?
Ben daha fazlasına maruz kalan bir politikacı var mı hatırlamıyorum.
- Cezaevine gönderildi, bu bahane edilerek politik geleceği bitirilmek, önü kesilmek istendi.
-İktidara gelir gelmez vesayet merkezlerinin hısmına uğradı bu kesimlerim iktidarı baskılayan tavırlarıyla, yayınladıkları bildirilerle karşılaştı.
- 27 Nisan 2007 yılında Cumhurbaşkanı adayı olması halinde iç savaş çıkacağı söylendi.
- Kurucusu olduğu parti kapatılmak istendi.
- ‘Diktatör, katil ve hırsız’ yakıştırmaları üzerinden en ağır hakaretlere, iftiralara maruz bırakıldı.
- Montaj ses kayıtlarıyla itibar suikastine uğratılmak istendi.
- Ailesi ve yakın çevresi çok ağır eleştirilere maruz bırakıldı.
- 2013’te Gezi eylemleri ve 6-7 Ekim sokak isyanlarıyla devrilmeye çalışıldı.
- 15 Temmuz cunta darbe girişimiyle dönemin sabık Cumhurbaşkanı mottosuyla itibarsızlaştırılıp, yok edilmek istendi.
Şimdi soruyorum:
Hangimiz bu yapılanlara karşı, bunda payı olanlara sağ yanağımıza yediğimiz tokada aldırmadan bir de sol yanımızı dönebiliriz?
Tüm bu olanlara baktığımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan Türk siyasetinde belki en fazla hedefe konulan liderdir desek elbette ki yanılmış olmayız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, zamanında takiyyeci, irtica yanlısı, mahalle baskısı yapan, özgürlük düşmanı gibi ‘’ psikolojik sindirmenin’’ her türlüsüne, sokak kalkışmasının her çeşidine, fiili darbelerin farklı türlerine, karalama kampanyalarının ve hakaretlerin tümüne, siyasi entrikaların, kumpasların ve hukuki engellemelerin her çeşidine maruz bırakıldı.
Bu kadar yapılandan sonra her şeyi halkının büyük desteğiyle sağlayan ve halkının sevgisine mazhar olmuş bir lideri diktatör diye adlandırmak en amiyane tabirle insafsızlığın daniskasıdır.
Elbette her siyasi lider kendi siyasal mecrasında otorite sahibidir, olmakta zorundadır.
Devlet yöneticisi sorumlu olduğu halka karşı devlet yönetiminde zafiyet yaşanmaması için devleti iyi yönetmek adına ‘’ otorite’’ sahibi olması gerekir. Otorite sahibi olmakla ‘’diktatör ‘’ olmak farklı kavramlardır.
Otorite sahibi olmak hukuk kuralları içinde meşru kanallarla yönetimde hakimiyet ve emretme gücü gerektiğinde işini tam olarak yapmayanlara yaptırım koyabilme ve bunu kullanabilme gücüdür.
Diktatörlük ise; Demokratik hukuk kurallarının ve demokratik kurumların siyasal partilerin, seçme ve seçilme hakkının yok sayıldığı baskı ve zulme dayalı bir yönetim şeklidir.
Bu siyasal kavramı diktatör metaforuna giden yolda bir eşik olarak kullanmak muhalefetin kurnazlığı, kavramları çarpıtması ile açıklanabilir.
Bunu yaparlarken Hitler’in propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’ten ilham aldıkları görünüyor.
Goebbels: ‘’ Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanır.’’
Olmadı ‘’Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır,’’ der.
Bugün muhalefetin özellikle ana muhalefetin ve yalan makinası Bay Kemal’in yaptığı da tamda budur.
At yalanı tutmasa bile izi kalır.
Gelinen noktada maalesef, ‘’ otoriter olmakla, diktatör olmak’’ gibi iki uç kavramı birbirinden ayıt edemeyen veya bunu bilerek siyasete alet eden bir siyasetçiler güruhu var.
Aslında istedikleri ezik ve sünepe bir lider, istikameti kendinden menkul bir iktidar…
Bir türlü anlayamadıkları şey ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ne bir diktatör çıkar nede ezik ve sünepe bir lider...
Not: Yazının ikinci bölümünde görüşmek üzere…