Ünlü Alman filolog Friedrich Nietzsche: “Öldürmeyen şey, güçlendirir” der.
Covid-19 vakasının tüm dünya için bir milat olacağı artık kaçınılmaz olarak ortada iken neticeden en büyük etkiyi ülke olarak bizim hissedeceğimiz neredeyse kesin görünüyor. Bunu yaklaşık son 50 yıllık siyasal tarihimiz, benzer örneklerle bir anlamda teyit ediyor.
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında yaşadığımız silah ambargosu, dış kaynaklı ihtilaller, e-muhtıralar, yine dış destekli 1984’te başlayıp devam eden terör hadiseleri, savunma sanayimize dönük dış alımlarda yaşadığımız çıkmazlar ve tehditler gibi sayabileceğimiz onlarca örnek bizi öldürmediği gibi öylesine güçlendirdi ki kendi göbeğimizi kendimizin kesmesine adeta fırsat tanırken milli üretim seferberliğine mecbur kıldı bizi.
Bugün savunma sanayindeki milli üretime dayalı yüzde 70’e varan teknoloji üretim kapasitemizle terör odaklarına karşı ülke savunmamızı dışarıya bağımlı olmadan gerçekleştirebiliyor iken, “hard power” ( sert güç) potansiyelimizle şer odaklarının tepesine binerek korku salarken, “soft power” (yumuşak güç) etkisi yaratan kapsayıcı ve kucaklayıcı devlet fıtratımızla da dostlarımıza güven veriyoruz.
Benzer serencamı bir anlamda biyolojik kökenli Covid-19 vakasıyla yaşayacağımız neredeyse kesin gibi görünüyorken, bu kez millet olarak bizi sarsacak olan ne sırtlan refleksli devletlerin çıkar odaklı tasallutları ne de demokratik yönetimlerimizi değiştirmeye dönük ihtiras dolu hayalleri.
Bu kez düşman aynı cephede birlikte savaşmamız gereken kelebek etkiyle tüm dünyayı tehdit eden, fragmanına biraz göz attığınızda ancak fantastik bilim kurgu filmlerde izleyebildiğimiz süper devletlerin dahi baş edemediği ortak bir düşman, hareket kabiliyeti yayılma hızı yüksek, kısaca kendi küçük ancak etki potansiyeli büyük, öldürücü bir virüs.
Yaşadığımız ve yaşayacağımız Covid-19 vakası ile yitirdiğimiz insan kaybımız ölçeğinde bu küresel dalgadan daha da güçlenerek çıkıp bu kez tezvirat yüklü tüm eleştirilere rağmen ancak bugün farkına varabildiğimiz sağlık alanındaki gücümüzü farmakoloji alanında milli ilaç, tıbbi malzeme ve belki de robotik alanlarda üretimle perçinleyerek yolumuza devam edeceğiz.
Zaten yakın zaman önce kendi yerli ilaç sanayimize dönük çalışmalarımız başlamıştı, bu çabayı bugün ülkemizin ihracatçı birliklerinin topyekün çabaları ile günde 1 milyon maske üretiminden 2 milyona ve ayda 40 milyona varan oranda üretime geçerek desteklemeye devam ederken, “dezenfektan” üretiminde de milyonlarca litre dezenfektan üretmeye devam ediyoruz.
Yazımı, bir örnekle yitirdiği kayıplarla büyük acılar yaşayan bir ülkenin; Hollanda’nın, kaderi gibi görünen bir olguyu nasıl değiştirdiğini veya değiştirmek zorunda kaldığını anlatarak bitirmek istiyorum.
Hollanda neredeyse tüm toprakları deniz seviyesinin altında olan bir ülke…
1953 yılının kışında büyük bir fırtına ve yüksek dalgaların getirdiği sel ile büyük bir doğal afet yaşar. Bu afette zenginiyle, fakiriyle ayırt gözetmeksizin tüm kesimleriyle binlerce insan boğularak telef olur.
Bu vaka Hollanda için o gün artık kader gibi görünen bir olgunun kırılması gerektiğini ortaya koyar. Tüm Hollandalılar bu olaydan sonra yemin eder ve aynı polderde yaşayanlar olarak tüm kesimleriyle hep birlikte bu olguyu bir kader olmaktan çıkartıp atlatmak zorunda olduklarını anlarlar.
Bu olaydan sonra denizden gelen sel felaketine karşı tüm kesimleriyle çok pahalıda olsa devasa bariyerler oluşturarak kader sanılan bu olguyu kırarak benzer bir vakanın bir daha yaşanmasının önüne geçerler.
Söylemek istediğim şey şu; önemli olan yaşanan her tecrübeden, dersler çıkarmaktır. Çünkü “insan, sadece tecrübelerinden değil; tecrübelerinden aldıkları dersler nispetinde kendini geliştirir.” Devletlerde insanlar gibidir. Devletlerinde hafızası vardır. Dolayısıyla devletler de kendi kurumsal hafızası yanında “toplumsal hafızasını” da feedbackleyip sürekli aktüalite ederek yaşadıklarından dersler çıkartıp hata riskini en aza indirmekle mükelleftir.
Dolayısıyla sadece devlet denilen organizma değil, toplum olarak bizlerde bu yaşadıklarımızdan dersler çıkartacak, sosyal yaşamımızda klişeleşmiş birçok şeyi değiştirirken, aslında var olmakla birlikte bugün birbirine mesafeli aile ve akraba olgusunu kendi içimizde yeniden güncelleyerek içselleştireceğiz.
Dünyada Covid-19’den sonra terörle beslenen devletlerin terör algısı değişecek. Artın insan kullanılarak değil, mikrobiyolojik etki üzerinden planlamalar gündemlerine gelecek. Ülkelerin savunma sanayinde konvansiyonel silahlar yanında artık bakteriyel ve viral etki yaratan biyolojik silahlar ağırlıklı savunma envanterinde yerini alacak. Ekonomik savrulmalarda yaşanan sonuç ile insan faktörü en aza indirilerek yapay zeka üzerinden geliştirilmiş durup dinlenmeden 7/24 çalışan üstün robotik tasarımlar, hizmet sektörü ve ağır sanayide istihdam konusu olarak devreye girecek.
Sözün özü, gelecekte önemli “devrimsel dönüşümler” bir “transformasyon süreci” bir “kabuk değişimi” bizleri bekliyor.
Tüm bunları okuduktan sonra belki benim için bir “kurgu stratejisti” diyebilirsiniz.
Ancak demedi demeyin!