Bir dostun ölümünü ruhsal dünyamızda yaşadığımız tufanın, zihin ve beden kodlarımızda hissettirdiği bir yıkım olarak düşünmüşümdür her zaman…
Bugün ruhsal travmasını hala içimizde hissettiğimiz sistematik sahipsizliklerimizin getirdiği sistematik hayal kırıklıklarımızda her zaman yanımızda olmuş ancak bugün aramızda olmayan bir güzel dosttan bir muhteşem dostluktan konuşmak istiyorum.
Tarih: “30 Eylül 2015…”
Bu tarih çocukluğumuz ve gençliğimizle ilgili anılarımızı artık hatıralarımıza nakşettiğimiz, ruhsal dünyamızda eksen kayması yaşadığımız kritik eşik…
Zihin dünyamızda bizim için yazın sonu, bedenimizde ruh üşümesi yaşadığımız güzümüz, yaprak misali gözyaşları döktüğümüz hazanımız bu tarih...
Hani yeni bir uyanışa uyanmak için Torosların ulu çınarları, meşe palamutları yapraklarını döker ya bu tarih benim gibi bazı ortak dostlarımız içinde bir yaprak dökümüydü…
Dostumdu! Gençlik dönemlerimizin getirdiği ruhsal savruluşlarımızda bir tarafından tutunabileceğimiz kaya parçası, karamsarlık sağanaklarımızda altına gizleneceğimiz saçak altıydı…
Bugün düşündüğümde bir yerlere gitti sanki geri gelecekmiş gibi hissettiğimiz hala kabullenmekte zorlandığımız ölümü ile bizlere büyük med-cezirleri yaşatan bir dostumuzdu…
O günleri anımsayarak bugün düşünüyorum da; gerçek mi esprimi tam olarak anlayamadığımız hafif alaycı ve müstehzi gülüşleri, akla gelmez espri yüklü pratik zekasıyla bizi hep şaşırtan sıra dışı kişiliğini anımsıyorum…
Kaybolmaya yüz tutmuş başına buyruk kazak erkek tavrıyla ortak dostları olan bizlere meydan okuma ritüellerini hatırlıyorum...
Belki blöf yapardı, ancak bu alanda oldukça yetenekliydi. Bize kazak erkek havalarındaydı ancak eve dönünce belki süvetere dönüşüyordu bilmiyorum ancak öylede olsa bu iddiasıyla her zaman bizlere meydan okumasını iyi bilirdi...
Maalesef, bu güzel dostumuz; çocukluğumuzu, gençliğimizi, heyecanlarımızı, sevinçlerimizi, düşlerimizi, umutlarımızı, üzüntülerimizi hatta onlarca yıllık hayallerimizi resetledi ve inandığımız öteki hayata göç etti gitti!
Geriye dönüp baktığımda bugün Karatepenin muhteşem yüksek ladin ağaçlarının altında baykuşların felaketi hatırlatan çığlıkları eşliğinde Kuzça’nın yeşil çayırlarına uzanıp ancak bir kısmını görebildiğimiz gökyüzünü seyredişimizi…
Öğle tepesinden kömürcü tepesine inerken ardıç kuşları, şah kartalları eşliğinde Çandır kalesine çıkışımızı, gençliğimizin verdiği isyankar karakterimizle avazımız çıktığı kadar özgürce haykırdıktan sonra kırlangıç vadisinde yankılanan çığlıklarımızı hatırlıyorum… Hepsi yalan oldu…
Ha birde yine dostluğu tanımlamak için söylerler ya ;
“Dostluk ırmak gibidir, kimisi sığ kimisi derin…
Kimisinde elinizi yıkarsınız, kimisinde ise ruhunuzu…”
Belki elimizi değil ruhumuzu yıkadığım dostum, dostumuz Ali Aksay’ı (namı değer Siverekli Ali’yi) kaybedeli tam koca beş yıl oldu…
Özlüyoruz… Hem de çok özlüyoruz…
Bu kadar duygusallıktan sonra dostun ardından birkaç mısra söylenmez mi?
30 Eylül’ü sadece bir ay olarak düşünürsek…
Pek çok şair, pek çok şiir düşer mısralara…
Ancak 30 Eylül bir dostun ölümü ise…
Şiir susar, şair susar, ben susarım…
Belki küçük acılara şiirler yazılabilir ama…
Büyük acılara asla!..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun be can kardeşim!
Dostum Ali AKSAY anısına ithafen…