“Kökünü beğenmeyen dal, dalını beğenmeyen meyve olgunlaşmadan çürür…”
Ne olduğunu, kim olduğunu bilmek bunu sahiplenmek toplumların insan karakterinin katsayı değerini yükseltirken, inkar etmek ise küçültür, değersizleştirir.
Bu yazımda bir türlü sahiplenilemeyen sistematik hayal kırıklığım Çandır Kalesi’ni konuşmak istiyorum.
Torosların ulu çınarları, meşe palamutları veya kızıl çam ağaçlarının arasındaki patika yollardan yürüdüğünüzde varacağınız, yaklaştıkça yükseldiğini göreceğiniz Çandır Kalesi, bu yörenin bir çocuğu olarak benim önemli bir değerim, kültürel geçmişim...
Kömürcü tepesinden geçip bazen etrafı bazen de merdivenleri bizi nefessiz bırakıp yorsa da üzerinden kuzu mantarı (göbelen) toplamak için çıktığımız çocukluğumuz ve gençliğimizin geçtiği bu değeri kabullenmek bu değeri kabullenmekten öte bu değer için bir şeyler yapabilmek hatta bu değer için bir kapasite inşa etmek bu değeri tanıtmak bir ödev ve yükümlülük benim için…
Bu kale hakkında çok şeyler yazıldı, çizildi. Bu yörenin bir çocuğu olarak Çandır Kalesi’ni yazmak havasını soluduğum öz topraklarıma borcumdu. Benim için vefaydı geçte olsa bunu yerine getirmek benim için önemliydi.
Bir Ermeni Kalesi olmasından öte ta Bizans’a kadar giden geçmişini veya üzerindeki kilise kalıntılarını veya coğrafi konumu ile tüm yöreye hakim olma özelliğini anlatmayacağım. Kalenin bu biyografisi birçok kişi tarafından yazıldı çizildi zaten.
Beni ilgilendiren tarafı yöremizin bu tarih ve kültür hazinesi Çandır Kalesi’nin Mersin’imize ve ülkemize kazandıracağı katma değer, bu katma değere Mersin’in sosyal ve siyasal elitlerinin katacağı sinerji değeri…
Hepimiz biliriz ki denizin dibinden çıkartılıp mücevher piyasasında işlenmeyen incinin, inciliği bir işe yaramaz…
Ülke ve dünya turizm ve kültür sektöründe pazar payı görmeyen tanıtımı yapılamayan bir kültür ve tarih hazinesinin akıbeti de, denizin dibinden çıkartılıp işlenemeyen incinin deniz dibindeki kaderini paylaşır.
Bu gün birçok yerel hazinemiz gibi Çandır Kalesi’nin talihi de denizin dibinden çıkartılıp işlenmeyen incinin kaderine benziyor.
Bu yetmezlik veya iş bilmezlik, adına ne derseniz deyin bizim “kanıksanmış basiretsizliğimiz” galiba… Belki de bu alanlardaki acemiliğimiz veya duyarsızlığımız da olabilir…
Ancak mutlak bir sorunumuz var galiba bu alanlarla ilgili…
Misal, böyle bir değer bir yabancının elinde olsaydı muhtemelen o ülkenin turizm kültür ve uzmanları veya turizm ve kültür elçileri bu değeri allayıp pullayıp öyle bir şatafat üzerinden pazarlarlardı ki o ülkenin sanat ikonları, burjuvazisi veya devlet ricali muhtemelen yaz ve yılbaşı tatilleri için rezervasyon tercihlerini, en az bir dönemde olsa bu tarih ve kültür merkezlerine kodlarlardı.
Tatil dönüşü çektirdikleri fotoğrafları büyük olasılıkla boy boy instagramlarında paylaşırlar dostlarına anlata anlata bitiremezlerdi.
Maalesef böyle bir tarih ve kültür hazinesi bir yabancının elinde değil de bizlerin elinde olunca iç pazarlama yanında özellikle uluslararası pazarlamada bu güzelliği ifadede nedense nutkumuz tutuluyor.
Bu gün bir tarih, kültür ve liman kenti olarak, Antalya, İzmir, Aydın, Muğla’nın deniz, tarih, kültür ve doğa güzelliği Mersin’den mutlak suretle daha kalifiye olmadığı açık.
Peki onları farklı kılan veya popüler tarih ve kültür turizmin bir parçası yapan yerel ve genel politik figürlerinin, yaşadığı topraklara önem tercihleri olabilir mi acaba?
Oysa genel politikada bu memleket geçmişte üstelik bir çok kültür ve turizm bakanları çıkardı.
İsimleri önemli değil bunları biliyoruz zaten.
Mersin’i tarih ,kültür, doğa ve deniz turizmi şehri yapmak için neler yapıldı. Yapıldı ise Mersin neden hala bir çok tarih, kültür, doğa ve deniz turizminde hala “bakir şehirler” listesinde emsal olma özelliğini koruyor?
Toroslar Belediye Başkanı A.Afşın YILMAZ, hem doğa sporu hem de bir farkındalık oluşturma adına ilk adımı attı ve doğa yürüyüşü kapsamında 7 km.lik parkurla Ayvagediği üzerinden Çandır Kalesine bir çıkartma yapmıştı bunu hatırlayalım. Ben kendisini yönettiği kentin her değerini bir katma değerle buluşturma yönündeki canhıraş çabasını, tanıtım yönlü doğa ve tarihsever gayretini kutluyorum.
Ancak bu çabalar bu tarih ve kültürel değere, kentin tüm katmanlarıyla birlikte bir sinerji değeri oluşturmadığı sürece tek başına ülkesel ve uluslararası bir kalifikasyonel nitelik kazandırmaz. Sadece kültürel hafızamızda doku yenilenmesi oluşturabilir.
Torosların bu çabasını bir nirengi noktası kabul ederek...
Mersin’in tüm bileşenlerine, yerel yöneticilerinden siyasetçisine sivil toplum kuruluşlarından kentin sesi olmaya namzet Büyükşehir veya İlçe Kent Konseylerine buradan sesleniyorum!
Mersin’i sizler yönetiyorsunuz!..
Siyasal elitlerimiz, devletin kültür ve turizm bütçesinden; yerel politik öncülerimiz, lütfen katrilyonu aşan belediye bütçenizden bir pay ayırarak gelecekte size artı değer olarak dönecek sistematik sahipsizliğimiz Çandır Kalesi gibi atıl kalmış tarih, doğa ve kültür değerlerinize sahip çıkalım!
Çıkalım ki ekmeğini yediğiniz, suyunu içtiğiniz havasını teneffüs ettiğiniz kısacası bir değer olarak varlığınızı borçlu olduğunuz bu kadim şehre ve değerlerine olan borcunuzu bir nebzede olsa ödeyin!