“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan!
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; TURAN!”
Büyük Türk Milliyetçisi Ziya GÖKALP’ten alıntı bu iki dizelik şiir, o gün gelecekteki büyük Türk birliğinin amacını kısaca tanımlarken, sağ gözümüzün sıkça seğirdiği bu günlerde bize bu hedefin her zamankinden çok daha yakın olduğu müjdesine kapı aralamaktadır.
Batıcılık, İslamcılık, ve Osmanlıcılık gibi düşünce akımların çok yoğun olarak tartışıldığı 19.yy.dahi kendimizi eksilten, sığlaştıran bu kuşanmışlıkların, hatta dijital çağ olarak adlandırılan bu günlerde giydirilmeye çalışılan bu elbiselerin, o gün devleti içine düştüğü durumdan çekip çıkarmak adına ortaya atılan bu fikir doktrinlerinin bu gün bu milletin bedenine dar geldiği artık ortadadır.
Osmanlıcılık; bir çatı kimlik olarak Osmanlı İmparatorluğu içindeki tüm etnik gurupları “Osmanlıcılık” duygusuyla ateşleyerek “Osmanlı Milletini” ortaya çıkarmak ve böylece imparatorluk menfaatleri doğrultusunda çaba sarf etmeyi özne kabul ediyordu. Ancak 1789 Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik akımının Osmanlı himayesindeki değişik milletleri Batı’nın kışkırtılmaları neticesinde çıkabilecek iç çekişmeleri etkisizleştirmeye dönük bir çaba olarak ortaya atılmış olsa da bu fikir, bugün artık bizlerin büyük devlet idealine bir güzergah olamayacağı açıktır.
Kökü ıslahat fermanına kadar giden ve Tanzimat’tan sonra modernleştirme yoluyla devleti kurtarmak adına ortaya çıkan Garpcılık(Batıcılık) ise, “arkasında gidilmesi gereken ikinci bir medeniyetin olmadığı” tezini savunmanın yanında kendi kadim geçmişini toprak altına gömüp koşulsuz batıya biatı esas alan bu akımın temsilcileri hala aramızda siyasi parti veya mason gurupları olarak mevcut olsalar da 21.yy.ilk çeyreğinde batı değerleri adı altında dayatılmaya çalışılan bu akımın, bugün batı değerlerinin bir çöküş yaşadığı düşünülürse aslında “bencil bir değersizlik manzumesi” olduğunu ortaya çıkarmıştır.
İslamcılık olarak; hem balkanlardaki “Panislavizm”in gücünü kırmak hem de imparatorluğun içerisindeki Müslüman tebaaların desteğini alarak imparatorluğu içinde bulunduğu çöküş durumundan kurtarmak için kabul edilen bir düşünce akımı olarak ortaya atılan ve en önemli temsilcileri M.Şemsettin Günaltay ve Mehmet Akif Ersoy olan bu akımın temsilcilerinden M.Şemsettin Günaltay, devletin çöküş nedeni olarak; “cahil gericilikle, cahil ilericilik” arasında zarar bakımından bir fark görmezken, o her şeyden önce “küflü kafaların” yıkanması gerektiğini savunmanın yanında batının teknolojisinin alınması gerektiğini “ahlak ve maneviyat” bakımından batı taklitçiliğine karşı çıkarken “Batı yalnız kendisini düşünür, amacı sömürmektir. Bu zihniyetten merhamet beklemek boşunadır. Kendimiz uyanmalıyız” der.
Mehmet Akif Ersoy ise; Batının tekniğinin alınmasını isterken taklitçiliği reddeder. Bir sözünde; “Dini taklit, adetleri taklit, kıyafeti taklit, selamı taklit, kelamı taklit hülasa her şeyi taklit bir milletin fertleri de insan taklidi demektir ki; gerçek bir sosyal topluluk vücuda getiremez, binaenaleyh yaşayamayacağını...” ifade eder.
O dönem tebaayı birleştirme amaçlı olarak ortaya çıkan bu fikir doktrinleri sonuç itibariyle bu amaca hizmet edememiştir.
Türkçülük( Turancılık) fikriyatı ise; Osmanlı bayrağı altında bilinçsizce yaşayan Türkleri milli bir duygu ile bilinçlendirmek, milliyetini idrak ettirmek, Türk milletini islam beynelmilletine kuvvetli bir unsur olarak yeniden sokmak, modernleşmek ancak körü körüne bir batı taklitçiliği içine girmemek dolayısıyla “millet” iradesiyle Türklüğü, hiçbir milletten geri kalmayan bir seviyeye yükselme düşüncesini savunur. Bu düşünce doktrini kurtuluş savaşında milli mücadelenin başarıya ulaştırılmasında ardından Cumhuriyetin devlet örgütlenmesinde önemli roller üstlenmiştir.
Türkçülüğün serencamına gelince; 1908 Kasım’ında Rusya’dan kaçarak İstanbul’a gelen bazı Türkçülerin kurdukları Türk Derneği bu akımın beşiği olmuştur. Bu derneğin kendi kendini feshetmesinden sonra bu kez 1911 yılında “Türk Yurdu Cemiyetini” kurmuşlar, ancak Türkçülüğün asıl örgütlenmesi bu derneğin yine kendini feshederek asker tıbbiyelilerin öncülüğünde 3 Temmuz 1911 yılında kurulan “Türk Ocağı” derneğinde gerçekleşmiştir. Mehmet Emin Yurdakul öncülüğünde kurulan bu dernek “Turancılık sorunu” olarak 1941’de Alman ordusunun Sovyet topraklarına girmesiyle, Almanların Kafkasya’daki Türk topluluklarını Sovyetlere karşı kışkırtmasıyla başlar.
O dönemde Turancılık düşüncesinin en önemli temsilcisi Zeki Velidi Togan ve onun talebesi Reha Oğuz Türkkan’dır. Türkkan o dönemde “Bozkurt” adlı dergiyi çıkartırken, beraberinde Nihal Atsız’la birlikte Türk ırkını yücelten ayrıca komünizm ve Sovyet düşmanlığı yapan yazılar yazıyordu.
Atsız, 1944 yılı Şubat ve Mart aylarında Orhun dergisinde dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı iki mektupla şimşekleri üzerine çekmiş, ancak ikinci dünya savaşı devam ederken savaş Sovyetler lehine Almanların püskürtülmesiyle değişince Sovyet baskısı ile Sabahattin Ali tarafından aleyhinde suç duyurusunda bulunulmuş, yargılama neticesinde 4 ay hapis ve 66 TL para cezasına çarptırılmıştır.
Turancılık fikri, her dönem bir sorun olarak görülmüş ancak Mihail Gorbaçov’un 1985 yılındaki Glastnost veya Perestroyka anlamına gelen “açıklık” ve “yeniden yapılandırma” politikalarıyla devam eden ve 1991 yılında Sovyetlerin yıkılmasıyla sonuçlanan süreçte Sovyet etkisindeki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanması “TURAN” fikriyatını yeniden gündeme taşımıştır.
Bugün dünya yeniden şekilleniyor. Korona virüsün getirdiği küresel ölçekli salgın, “küreselcilik” idealini etkisizleştirirken ulusalcılığı ön plana çıkartarak ulusal mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Ulusal mücadelede ulusal kimlikleri ön palana çıkartarak aynı milletin farklı devletlerini bir araya getirme sürecine kapı aralamıştır. En güzel örneği eylül ayının son çeyreğinde başlayan ve Azerbaycan’ı işgal edilmiş topraklarını geri almaya yönelik başarıya götüren süreç “Karabağ” zaferi bunun başlangıcıdır.
Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Hedef belirlendikten sonra belirlenen hedefe kiminle veya hangi yoldan gittiğinin bir önemi yoktur. Belki hedefe nasıl gidildiği, kullanılan araçlar ve bunları kabullenebilme hissiyatı kişiliklerin ahlak bakış açısıyla meşruiyet veya gayrimeşruiyet yönüyle farklılıklar gösterebilir. Nihayetinde amaç büyükse ve amaç hedefe ulaşmaksa bazıları için Makyavelizm bakış açısı siyaseten hedefe ulaşma adına her yola başvurulabileceğini savunurken bunu meşruda kabul edebilir. Bazıları ise bu tür yollara başvurmadan kendi idealleriyle bir güzergah belirleyebilir. Neticede her pehlivanın peşrev çekişi farklıdır.
Bu gün Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan ve MHP’nin bilge Lideri Devlet Bahçeli önderliğindeki Cumhur İttifakı; Kuzey Kıbrıs’ın çözümsüzlüğünün devam etmesi, Türkiye’nin yardımlarıyla Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesindeki büyük dönüşü büyük “Türk Birliği” yönündeki inisiyatif sürecini yeniden akıllara getirmiştir.
100 yıl önce ortaya atılan bu kurtuluş reçetesi bu gün yaşanan tecrübelerle öyle anlamlı hale gelmiştir ki ancak bir çoğumuzun bugün idrak edebildiği “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur!” manifestosuyla “TURAN” yolu bugün düne göre daha yakındır.
Turan yolu bugün Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin desteğiyle Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın elinde ete kemiğe bürünüp şekillenirken kendisini “Türk Milliyetçisi” veya “Ulusalcı görürken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hala bir nefret objesi görülmesini anlayabilmek, anlamlandırabilmek, idrak edebilmek mümkün görünmüyor.
Bugün düne göre bu iki lider elinde 21.yy’ın yeni bir “Türk çağı” olarak geleceğe damga vuracağı artık daha yakın ve daha kaçınılmaz olduğu görülmektedir.