Bir insanı hep aşağılarsan, bir zaman sonra o insan kendinin aşağılık olduğunu düşünür.
Toplumlarda böyledir. Toplumların kendisini küçük görmesinin nedeni; kendine sürekli dayatılan yapamazsın, beceremezsin tekrarı karşısında bir zaman sonra bunun böyle olduğuna inanması öğrenilmiş hatta kanıksanmış çaresizliğe mahkum edilmesidir.
Belki de bu durum son iki yüz yıl içerisindeki kuşatılmışlığa bağlı “öğrenilmiş çaresizliğin” dayatılmasıyla psikolojik tabirle “majör depresyon” hali bir durumun zihin ve ruh dünyamızda yaşattığı sürekli bir ümitsizlik ve çaresizlik sendromuna bağlı gelişen bir düşünce tarzının algılarımızda yarattığı iz düşüm olarak algılanabilir.
Çünkü neyi; “tekrarlarsan onu büyütür, devleştirirsin.”
Düşündürmeden sürekli tekrarlatılan söylemler zaman içinde “papağan refleksi” ile bir otomasyona dönüşür ve bir şeyler yapmadan, üretmeden sadece bir eksiği veya bir hatayı düzeltme çabasıyla geçer ömrünüz.
Millet olarak bizi öyle çok sınadılar, öyle çok zorladılar ki, “sonunda uyuyan bir devi uyandırdılar.”
Elbette bu yaşadıklarımızla gerçeği göre göre bu anlayışın tuzla buz olmasına, bu sünepeliğin ters yüz edilmesi sonucunu doğurdu.
Yıllarca başkalarının eline baktık. Son iki yüz yıl içerisinde bir şeyler yapma çabasında olan büyüklerimiz oldu ancak onlarda devleti geliştirmek ve büyütmek yerine kuşatılan bu ülkeyi daha da geriye götürmemek adına elinden gelenin belki en iyisini yapmaya çalıştı fakat küçülmenin önüne geçemediler. Son olarak 5 milyon kilometrekareden kala kala elimizde 780 bin kilometrekarelik toprağımız kaldı.
Coğrafyamızın getirdiği sürekli iç ve dış tehditler nedeniyle ABD’den patriot istedik vermediler. Olmadı S-400 aldık, alamazsın dediler olmadı CAATSA ile tehdit ettiler. Bu sayede yıllarca müttefik gördüğümüz ABD ve Batının gerçek yüzünü görme fırsatını yakaladık. Belki her şerde bir hayır vardır inancıyla artık kendimizden başka kimseye güvenemeyeceğimizi öğrendik.
Çünkü devletlerde insanlar gibidir. Yaşadıkları tecrübeler nispetinde olgunlaşır.
Suriye operasyonlarımızla beka mücadelemizi kimseye hesap vermeden gündeme taşıdık. Batının bu coğrafya üzerindeki oyun ve planlarına ket vurduk.
“Kötü komşu ev sahibi yaparmış”, bu sayede kendi savunma sanayimizi geliştirdik. Kendi silahlarımızı ürettik.
Üstelik bu operasyonları savunma sanayimizin büyük bir çabasıyla ürettiği milli silahlarımız ile gerçekleştirdik.
Artık atak helikopterlerimiz, 360 derece manevra kabiliyetine sahip Altay tanklarımız, İHA’larımız, SİHA’larımızla yapıyoruz her türlü operasyonlarımızı.
ABD ve Batı, paramızla bize silah vermede ruhsal durumları elverdiği ölçüde bize hep şamar oğlanı gibi davranması ve bize hala dayatılan tembihler listesi ile çaresizlik karşısında neler yapabilirizi öğrettiler.
Hani Rus yazar Tolstoy’un bir sözü vardır: “İnsan bedenini ameliyat için uyutmak, ruhunu ameliyat etmek için uyandırmak gerekir” der.
Yıllarca bize parmak sallayarak terbiye etmeye çalışan ihtiyaç duyduğumuzda sınırlarını kendi belirlediği alanlarda kullanma şartıyla hazır olanı veren Batı, koskoca Osmanlı ardından Türkiye üzerinde ameliyat yapıp uyutarak bizim aslında var olan potansiyelimize erişmememiz için elinden geleni yaptı.
Bu millet öyle tecrübeler yaşadı ki artık kimseden akıl almaya ihtiyacı kalmadı. Çünkü bize akıl verecek olanın devlet tecrübesinin bizden daha eski olması ve bizden çok daha fazla şeyler yaşaması gerekiyordu.
Ülke artık kimseye ihtiyaç duymadan her alanda kendini sürekli geliştirirken daha ileriye dönük büyük adımlar atıyoruz.
Artık kendi savunma sanayimiz, kendi yerli otomobilimiz, kendi aşı çalışmalarımız, kendi yazılım sanayimiz ile Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı (2023) , orta çağın sonu yeni çağın başlangıcı olan İstanbul’un fethinin 600’üncü yılı (2053) ve Anadolu’nun ebet müddet Türk yurdu olmasının başlangıcı olan Malazgirt zaferinin 1000’inci yılı (2071) gibi stratejik derinlik içeren hedeflerimize koşar adımlarla ilerliyoruz.
Üzerinde hep ameliyata, operasyona layık gördükleri kadavra muamelesi gösterdikleri o devasa organizma uyandı ve ameliyat masasından kalktı artık.